• 2012 Animeleri 1/2


    Puan verip sıralama yapmak yerine 2012'nin ilk yarısında başlayıp sonlanmış veya devam eden serilerden izlediklerimi kısa özetlerle alfabetik olarak sunmak daha mantıklı görünüyor. İzlemediğim için listede olmayan animelerle ilgili düşüncelerinizi yollamak isterseniz re-l124c41+ sayfasından yazılarınızı gönderebilirsiniz.

    Not: Sıralamanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.



    Dizin


    • Accel World: Sunrise'ın elinde can bulan Accel World, MMORPG oyun mantığından yola çıkılarak yazılmış bir light novel uyarlaması. Daha önce de pek çok kez farklı örneklerini gördüğümüz (bkz: Dennou Coil) türden üst bir teknoloji 2046 yılında geçen serinin tamamına hakim. Holografik ekranlarda işlerini gören insanlar, insanların boyunlarına bağlı portlar ve bünyelerine (sistemlerine) kurulan oyunlar. Fakat bu kadar post-modern bir hayat süren insanların yaşantısı yerine Accel World'ün seri boyunca asıl odaklandığı ise karakterlerinin oynadıkları RPG oluyor. Serinin arka planına aldığı gerçek dünyanın başlangıçta yaratılan enformasyona dayalı atmosferi fazla vakit geçmeden sanal dünyadaki kaotik, post-apokaliptik atmosfer ile takas ediliyor. Hal böyle olunca da Accel World izlemekle yetindiğimiz bir oyunun giriş videosu olmaktan çok da uzaklaşamıyor. []

    • Acchi Kocchi: Tam anlamıyla şirinlik abidesi olan Acchi Kocchi, liseye giden beş arkadaşın genellikle sevimli ve tatlı, bazen de komik skeçlerinden meydana geliyor. Her ne kadar hikaye akışında bir süreklilik varmış gibi görünse de seri boyunca tek bilmeniz gereken, Tsumiki'nin Io'ya karşı duyduğu aşk. Bu aşkın bahsinin geçmediği -ender- sahnelerde ise hem tür içinde (Komedi) hem de serinin kendi içinde kalıplaşmış reaksiyonlardan fazlasını göremiyorsunuz. Oldukça basit bir şablonu takip ederek skeçlerini tahmin edilebilir bir forma sokan seri yine de yan karakterleri üzerinden güldürmeyi başaracak kadar inatçı davranıyor. Her bölümde Tsumiki'nin kedi kulaklarının çıkacağını, Sakaki'nin mutlaka şiddetli bir kazaya maruz kalacağını, Mayoi'nin Tsumiki tarafından marizleneceğini, Hime'nin de burnundan kan fışkırtacak sevimlilikte bir şey göreceğini biliyorsunuz ama yine de bu döngüsel sahneler güldürmeyi başarabiliyor. []
    • Ano Natsu de Matteru: J.C. Staff'ın son musibeti. Herhangi bir anime stüdyosundan ne kadar nefret edilebilirse o kadar nefret edilmeye müsait bir şirket olan J.C. Staff, Gosick'in hemen ardından Kami-sama no Memo-chou'yu fırlatmasına benzer biçimde Ano Natsu'yu da 2011'de kayda değer bir sükse yapan AnoHana'nın yönetmenini ve karakter tasarımcısını (hatta serinin ismini de) kafalayarak yarattığını sanıyor. AnoHana'nın tanınmaz bir şekle sokulmuş çakması gibi görülebilecek Ano Natsu hayatında ilk defa bir şey izleyenlerin bile rahatlıkla yakalayabileceği mantık hatalarıyla, tek bölüme yaraşacak cinsteki inanılmaz güdük senaryosuyla ve elbette ki AnoHana'dan ikinci baskıyla çoğaltılmış karakterleriyle yavan ve hatta kötü bir animeden fazlası olamıyor. Abibas marka ayakkabılar kadar özgün, en az onlar kadar dayanıklı. []

    • Another: Kış sezonunda tam anlamıyla bir infial yaratan Another, korku-gerilim ve gizem öğelerini çok iyi harmanlayarak son bölümüne kadar sürdürdüğü akıl oyunlarıyla nefis bir polisiye olmayı başarıyor. Serinin geçtiği kasabada yıllar önce yaşanan bir ölümü merkezine alan anime bazen açık ettiği hakikati yıkıp yeni baştan inşa ediyor, bazen de bu hakikate seyircinin karar vermesine müsaade ediyor. "Ötekileştirme" gibi bilindik bir korku temasını ele almasına rağmen izleyicinin, hiçbir karakteriyle empati kurmasına ön ayak olmayıp aradaki mesafeyi koruyarak asıl bel bağladığı polisiyenin altını çizmiş oluyor. Bu polisiyeyi ise muhteşem bir ses yönetimi başarısı göstererek korku ve gerilimle destekleyen Another, 12 bölümlük kısa süresine sayısız teori sığdırma şansı armağan ediyor. []
    • Area no Kishi: Yanlış hatırlamıyorsam taç atışından ofsayt olmayacağını bilmeyen futbolcuyu görünce bırakmıştım. 1-2 haftada 30-40 kilo veren Araki'yi görünce bırakmam gerekirdi aslında. Abisinin yerine geçip onun hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir delikanlının anlatıldığı seri, futbolla ilgili animelerin sıklıkla yaptığı hataları tekrarlıyor: Top herhangi bir takıma geçtiğinde rakip takım korkudan altına ediyor, top çalmalar veya hatalı paslar yok denecek kadar az gerçekleşiyor ve elbette ki maç süreleri ile bölüm süreleri arasında uçurumlar oluşuyor. 2-3 bölüm süren maçlar heyecandan, aynı bölüm içinde başlayan maçlar ise gerçekçilikten uzak kalıyor. []

    • Black Rock Shooter: Yerden yere vurulmasına rağmen hiç de fena bir seri değildi BRS. Orta okula giden kız öğrencilerden ibaret kadrosundaki "arızalı" karakterler üzerinden giderek rüyalar ile gerçekleri birbirine karıştıran anime, yoğun CGI kullanımı yüzünden yadırgansa da 8 bölüme sığdırılmış hikayesini sonuna kadar cazip kılmayı bilen bir anlatıma sahipti. Karakterlerin tepkilerindeki ani dönüşlerle gayet sert sayılabilecek dramatik öğeleri işleyen BRS diziden ziyade bir film projesini andırır nitelikteydi. Belki film olarak düşünülseydi hak ettiği ilgiyi de görebilirdi. []
    • Brave 10: Sengoku veya Warring States Çağı gibi tarihte önemli bir yer edinmiş dönemleri atmosfer olarak seçen serilerden bir diğeriydi Brave 10. 12 bölüm boyunca 10 cesur savaşçının bir araya gelmesini ve kötülere karşı savaşmalarını anlatan, dolayısıyla da hayli klişe bir anlatıma sahip olan anime hem kısıtlı süresine tıkıştırdığı bu geniş kadronun hakkını veremiyor hem de dengesiz temposuyla bir hafta çok sıkıp ertesi hafta müthiş hızlı bir aksiyon sunabiliyordu. []

    • Danshi Koukousei no Nichijou: 2-3 dakikalık skeçlere bölünmüş anime epey uzun tutulmuş matrak bir geyik sohbeti kıvamındaydı. Liseye giden oğlanların gündelik yaşamlarına eğilen seride kendini tekrar eden espriler bazen tat kaçırsa da Daily Lives of High School Boys absürt komediye yaklaşan üslubuyla çok keyifli bir seyirlik sunuyordu. Liseye gitmiş neredeyse herkesin mutlaka aklından geçmiş ipe sapa gelmez saçmalıktaki düşünceleri renklendiren seri, televizyon yayınından önce başlattığı ve yayın sonlandıktan sonra da gösterimine devam ettiği kısa bölümleriyle izleyiciyi kendine bağlamayı beceriyordu. []
    • Fate/Zero: Şuna benzer soyağaçları görünce ister istemez kendimi geri çektiğim oluyor. Gediklileri kadar hakim olmayı geçtim, ilgimi de fazla çekmeyen bu ailesel projeleri takip ederken karakterlerin isimlerini, özelliklerini, geçmişlerini bilmemek o ailenin herhangi bir ferdini ilk defa izleyen -benim gibi- acemiler için usandırıcı olabiliyor. Fakat Fate/Zero, en azından benim adıma bir istisnaydı. 2011'in sonunda başlayan ve bir sezon ara verdikten sonra devam eden seri, tüm bu ilişkiler yumağıyla ilgilenmeyenler için bile muhteşem bir animasyonla çevrelenmiş aksiyonu sayesinde oldukça zevkli bir animeydi. Konuyu takviye etmek ve geliştirmek amacıyla yerleştirilen flashbackler sayesinde ailenin hepsiyle tanışmadan da ana mantığı kavramaya izin veren Fate/Zero gaz verici bir aksiyon arayanlar için kısır geçen senede belki de en iyi alternatifti. []

    • Furusato Saisei Nippon no Mukashibanashi: Japon kültürüne ait masalları, halk hikayelerini, efsaneleri her bölümünde üç parçaya ayırarak anlatan anime yalnızca iki seslendirme sanatçısının, dingin müziklerinin ve naif atmosferinin yansıttığı üzere tam bir ninni ayarında. Çocuklara hitap eden seri, yoruma kapalı ve öğretici üslubunu hiç değiştirmeden devam ederken belli kalıpların dışına da hiç çıkmıyor. Emeğin karşılığı, iyi kalplilik, dürüstlük, aile gibi kavramları çoğu zaman ilahi adaletle destekleyerek öğreten bölümler, çocuklara Tanrı bilinci aşılamak için zaman zaman ısrarcı olabiliyor ama bunu bir din propagandasına çevirmeyecek kadar da mesafesini korumaya çalışıyor. []
    • Gakkatsu!: Beş dakikalık bölümlerden oluşan bu mini dizi, sınıf başkanının moderatörlüğünde öğrenciler arasında gerçekleştirilen tartışmalara odaklanıyor. Tartışmaların içerikleri "okulda tuvalete gidilir mi yoksa eve kadar tutulur mu?"dan başlayıp "kime yetişkin denir?"e kadar uzanıyor. Düşük bütçe yüzünden tercih edilen Flash animasyonun avantajlarını (şaşırtıcı anlık kareler) kullanan seri kısa olmasına rağmen ara sıra da olsa özgün söylemlerde bulunabiliyor. []

    • Ginga e Kickoff!!: Teknik açıdan felaket bir futbolcu olan Oota Shou'nun eski takımını toplama mücadelesiyle başlayan seri, ilkokula giden çocukların futbola karşı duydukları aşkın çevresinde geziniyor. Bölüm sürelerinin büyük çoğunluğunda -ya maçta ya da antrenmanda- topun hareket halinde olduğu anime bu sporu hiç aşırıya kaçmadan yansıtmaya çalışıyor. Fizik kurallarına küfredercesine yapılan vuruşların yerine takım oyununu ve stratejiyi ön plana çıkartan Ginga e Kickoff!! iddialı olup saçmalayan yapımların aksine ne yaptığının farkında olarak, yani bu sporun doğallığını koruyarak yoluna devam ediyor. Üstelik başlarda feci sinir bozan başkarakterini bile bir süre sonra sevdirmeyi başarıyor. []
    • Gokujo: Tam bir hanzo olan 17 yaşındaki Akabane Aya'nın etrafında dönen anime, liseye giden kızlar ve onların yaşadıkları cinsel içerikli durumlar üzerinden basit bir komedi çıkartıyor. Beşer dakikalık 12 bölümden ibaret seri, yayınlandığı dönemde iki bölümünü TV sansürüne kurban vermesine rağmen ecchi ve sopalama komedi (slapstick) türlerine ait kemikleşmiş özellikleri yine de elinden geldiği kadar edepsiz ve müstehcen bir tavırla aktarıyor. Türlere dair hiçbir yenilik sunmayan anime, orta karar bir seyirlikten öteye geçmiyor. []

    • High School DxD: Şualarla sansürlenen ecchilerin aksine daha ilk bölümden çok cesur bir şekilde çıplaklık gösteren High School DxD, artık iyice formülleşmiş "Aperitif: Pantsu / Ara Sıcaklar: Komedi, Aksiyon / Ana Yemek: Büyük Göğüsler" menüsünü hiç değiştirmeden servis ediyor. Serinin bu menüde kendine has sayılabilecek tek farkı, birbirleriyle savaşan iblisleri başkarakter olarak seçmesi ve işin içine nadir de olsa oldukça kanlı sahneler serpiştirmesi. En azından kendini fazla ciddiye alan bir yapım olmayan DxD fast-food animeciliğin bir diğer örneği olarak mideye oturuyor. []
    • Hyouka: Lucky Star, Clannad, K-On... Bu yapımların arkasındaki Kyoto Animation'ın aynı moe konseptini muhafaza edip arka planı polisiye ile değiştirdiği bir seri Hyouka. Shaft ayarında bir animasyonla renklendirilmiş ara sahnelerle ambalajına fiyonklar yapıştıran Hyouka her ne kadar gizemleri çözmek üzerine kurulmuş bir animeymiş gibi görünse de garantili moe stratejisinin yalnızca yeni bir pazarlama hamlesi. Hiçbir sürprize yer vermeyen kontrol manyağı senaryosu istisna göstermeyen bir monotonlukta: Çözülmesi gereken gizemli bir olay mı var? Önce Chitanda gözlerini fal taşı gibi açıp "merak eder", ardından da Oreki oflaya puflaya iki dakikada gizemi çözer. 21 bölüm sürecek animeye tepeden bakan bir esrar olduğu aşikar ama nedense asıl esrarengiz olan serinin daha kaç bölüm bu tekdüze anlatımı sürdürebileceği. []

    • Inu x Boku SS: David Production hiç fire vermeden doğruları uygulayan, en azından istikrarını koruyan nadir stüdyolardan biri. Ürettikleri her animede yakaladıkları kalite seviyesinin ne düşmesine izin veriyor ne de aşırıya kaçarak risk alıyorlar. Aslında bu garantici tavrı korkaklık olarak görmek de mümkün lakin en yaratıcı fikrin bile çok geçmeden suyunun sıkıldığı bir sektörde bu tip bir emniyet anlayışını saygıyla karşılamak gerektiğine inanıyorum. Inu x Boku SS de daha önceki örneklerde (Ben-Tou, Dogs, Level E) gördüğümüz gibi zekice bulunmuş esprilerin ve çok hoş yansıtılmış bir romantizmin birlikteliğini sunuyor. Tamam, seri belki sade bir seyirlikten öteye geçmiyor ama en azından alıştığımız kaliteyi korumayı başarıyor. []
    • Jormungand: Bir silah tüccarının ve onun ekibinin gündelik hayatlarında yaşadıkları aksiyonu aktaran seri, zaman zaman yeltendiği varoluşçu ve felsefik yaklaşıma rağmen genelinde "bir maceradan diğerine" anlatımını yansıtıyor. Henüz yayını başlamadan ikinci sezonu (ya da ikinci yarısı) duyurulan serinin ilk 12 bölümü karakterleri ve atmosferi tanıtmaktan fazlasını denemiyor. Fakat geçmişten gelen hesapların kapatılması aracılığıyla gerçekleştirilen karakter gelişimi geniş kadronun hepsine uygulanmadığı için Jormungand geldiği nokta itibarıyla sadece bir yarımdan ibaret kalıyor. []

    • Kimi to Boku 2: J.C. Staff için beklenmedik şekilde yolunda gitmiş bir seri olan Kimi to Boku'nun 2. sezonu yine etliye sütlüye karışmayan, ilk sezonun güncellenmiş bir tekrarı gibi. Liseye giden dört çocukluk arkadaşının ve onların sinir bozucu yancılarının gündelik yaşamlarına odaklanan seri bir cebinden aldığını diğerine koyuyor ve bunu son bölümüne kadar devam ettiriyor. Karakterler için özel tasarlanmış bölümlerle en körpesinden bir gelişim gösteriyor ve o gelişimi gösterdiği yerde de çakılıp kalıyor. []
    • Kuroko no Baske: Okyanusun karşı tarafında LeBron James ilk şampiyonluğuna ulaşırken KnB hala "yok artık LeBron James!" ayarında saçmalıklarla uğraşıyor. Neden Shounen Jump animelerin hepsi bu kadar basite kaçmanın peşinde? Kendi potasının altından şuta kalkma, savunma yokken potaya atmak yerine geriye pas çıkarma, abidik gubidik savunma pozisyonları alma... Bunların hepsi KnB için artık rutin anlatım uygulamaları haline gelmiş durumda. Maç öncesi ve sırasında yapılan atışmalar dışında pek de eğlenceli bir yanı kalmayan seri, fizik kurallarıyla çevrelenmiş bir dünya yaratıyor ve sonrasında da bu kuralları hiçe saymaktan gocunmuyor. Seyirciye en klişesinden bir "yersen" çekiyor. []

    • Lupin the Third: Mine Fujiko to Iu Onna: Senenin şimdiye kadarki en karakterli animasyonuna sahip olan Lupin III, çılgınlık seviyesinde dallanıp budaklanmış projenin yan öykülerinden biri. Atılan taramalarla iyice karanlık bir atmosfer yaratan seri, Lupin'in mizahi gücünü Mine Fujiko'nun depresif güzelliğiyle birleştiriyor ve ortaya çatlamış bir güzellik sunuyor. Bölümler ilerledikçe harika bir karakterden olağanüstü bir figüre dönüşen Mine Fujiko'nun geçmişini öğrenirken bir yandan da serinin ne kadar karmaşık bir hikayeye sahip olduğuna tanıklık ediyoruz. Lupin projesine hiç aşina olmayanları bile kendine bağlama potansiyeline sahip Mine Fujiko hem eğlenceli hem de ciddi bir yapı kurmayı başarıyor. []
    • Medaka Box: Yılın en kötüsü için ilk sıradaki adayım. Bakemonogatari ve Nisemonogatari'nin arkasındaki Nisio Isin'den son derece mide bulandıran bir karakter: Medaka. Öğrenci Birliği'nin başkanı olan Medaka o kadar muhteşem ki insanda kusma isteği uyandırıyor. Öylesine kusursuz bir vücuda sahip ki resmini yapamayan beceriksiz ressam, suçu sanata atabiliyor. O kadar eksiksiz ki hangi işe elini atsa başarılı oluyor... hatta el atmayarak bile başarılı olabiliyor. Süper kahramanlardan bile süper olan Medaka serinin sonuna doğru bu kostümü çıkartıp karanlık tarafa geçiyor ama yine de kazanmaktan geri kalmıyor. Bol bol fanservice paslayan bu kadar rezil bir serinin ikinci sezonu elbette ki duyuruldu. Kusmayan kalmasın! []

    • Natsu-iro Kiseki: Birbirini tamamlayan ve hiçbir şekilde birbirine benzemeyen dört yakın arkadaş tesadüf eseri bir kayaya dokunurken dilekte bulunurlar. Dilekleri gerçekleştikten sonra serinin güncellemeli bölümleri de başlamış olur. Her bölümde kayaya dokunarak dilek tutan kızlar bölümlerin sonunda arkadaşlarına ve kendi hislerine dair yeni şeyler öğrenirler. "İzle ve kendini iyi hisset" ayarındaki anime başı da sonu da belli, zaman geçirmek için izlenebilecek bir diğer yapım. []
    • Nazo no Kanojo X: Eski tarz animasyonun yeni dönem kopya serilere verdiği en güzel cevaplardan biri Mysterious Girlfriend X. İki başkarakteri arasındaki alışılmadık bir romantizm üzerinden hareket eden seri, bilindik temaları artık unutulmuş yöntemlerle canlandırıyor. Hem sade ve gösterişsiz kalıp hem de oturaklı olmayı başaran anime, birbirlerini taklit eden günümüz yapımlarını resmen "değilleme" yoluyla alt ediyor. Gereksiz frikik sahnelerine, klişeleşmiş aşk eylemlerine, çene donduran esprilere başvurmadan da tahrik edici, romantik ve komik olmayı biliyor. Sektörü kirletmekten başka hiçbir şey yapmayan animelerin tamamına doğru yolu gösteriyor. []

    • Nisemonogatari: Bakemonogatari'nin devamı niteliğinde olan Nisemonogatari ne tam anlamıyla projenin ikinci sezonu ne de tamamen özgün bir anime. Fakat zararı yok çünkü en zayıf ...monogatari serisi bile rakiplerinin bir adım önüne çıkacak animasyon kalitesine, ses yönetimine, müziklere, seslendirme sanatçılarına sahip olabilir. Yine de fazla derinleşmemiş Nise bile şoke edici sahneleriyle ve bu teknik departman becerileriyle akılda kalıcı bir deneyim olarak karşımıza geliyor. []
    • Ozuma: 6 bölümlük mini bilim-kurgu serisi Ozuma, 2000 öncesine ait karakter tasarımlarıyla her ne kadar beklenti yaratmış olsa da ağırlıklı olarak bayık ve sinir bozucu karakterleri ve son derece güdük kalmış senaryosuyla izlemesi zor bir süreç sunuyor. Gereksiz yere uzun tutulmuş diyalogları ve manasız fanservice sahneleri (çıplaklık değil, komedi anlamında) ile kısıtlı süresinden çalarak iyice küçülen bir yapıya sahip. Yeni bir bilim-kurgu fikri sunmadığı gibi eski bir fikri de günümüze uyarlamakta aciz kalan Ozuma, 6 bölümlük bir serinin ne kadar başarısız olabileceğini kanıtlamaya çalışır gibi. []

    • Phi Brain: Kami no Puzzle 2: Geçtiğimiz yılın sonlarında başlayan ilk seri biter bitmez başlayan (aslında devam eden) Phi Brain 2 bir şekilde ilk sezondaki hatalarını tekrarlamamaya gayret ediyor. Her ne kadar "bölümün ilk yarısında bir sorun çıkar, ikinci yarıda Kaito gelip bulmacayı çözer" mantığı aynen sürdürülse de artık daha hedef odaklı bir anlatımdan söz etmek mümkün. Başkarakterin karmaşık geçmişini yavaş yavaş aydınlatan anime hafif bir seyirlik arayanlar için iyi bir alternatif olabilir, fazlası ise 10. sezon bile çekilse maalesef olası gözükmüyor. []
    • Poyopoyo Kansatsu Nikki: 3 dakikalık bölümlere sahip animelerden ilki olan Poyopoyo, toparlak bir kedinin ve onun sahiplerinin yaşadığı minyatür komedilerin bir toplaması. Genellikle Poyo'nun başka yuvarlak cisimlere veya canlılara benzetilmesinden doğan -güya- komik anlar serinin tamamında aynı esprilerin dolanmasına neden oluyor. []

    • Recorder to Randoseru: 3 dakikalık animelerin ikincisi Recorder to Randoseru'da ise durum Poyo'dan daha felaket. Serinin tek bir esprisi var: Yetişkin bir erkeğe benzeyen ama ilkokula giden Atsushi'nin, yaşıtlarıyla dolaştığında polis tarafından kelepçelenmesi. Serinin tamamı aynı esprinin tekrarları. Erinmeden devam eden bu içi geçmiş espriye hala gülen kaldı mı bilmiyorum. []
    • Rinne no Lagrange: Klişelerden ve stereotip karakterlerden ibaret bir seri olan Rinne no Lagrange'nin ilk sezonu düzensiz bir tempoya sahipti. İki sezon olarak tasarlandığı için pek çok alanda tembellik etmeyi tercih etti. Basmakalıp karakterlerin gelişimleri rüzgarda savrulan yapraklar gibiydi. Başkahraman da dahil olmak üzere hepsinin altyapıları gereksiz sahnelere maruz bırakıldı. Eğlenceli olmaya çalışırken ciddiyetten uzaklaşan, ciddileşmek isterken fena halde sıkıcı bir hale bürünen serinin ilk yarısı aslında ikinci sezonu da baltaladı. []

    • Sakamichi no Apollon: Watanabe Shin`ichirou ve Kanno Youko işbirliğiyle ekrana gelen Kids on the Slope 12 bölüme tıkıştırılmış hikayesini bazen gereğinden fazla hızlanarak anlatsa da genelinde kilit detayları, sahneleri, anları izleyiciye fark ettirerek iyi bir tempo yakalamayı başardı. 1960'ların Japonya'sında geçen anime belki dönemin atmosferiyle fazla ilgilenmedi ama her adımında karakterlerini ve dolayısıyla da hikayesini geliştirmeyi bildi. []
    • Sankarea: Zombi çılgınlığına romantizm ekleyerek katılan Sankarea, iyi başlayan ve sonrasında hemen yere çakılan, akabinde ise yeri kazıp daha derinlere girmeye çalışan bir animeydi. Henüz ilk bölümünden yarattığı beklentiyi hiç sektirmeden her hafta mahvetti. Karakter gelişimi kamuflajında filler bölümler gizleyen seri aslında doğru ellerde çok daha iyi bir proje olabilirdi. []

    • Tasogare Otome x Amnesia: Amnesia, bir okulda geçen hayalet öyküsü ama üç öğrenci haricinde kalanları görmek için bayağı bir süre beklemeniz gerek. Okulun, gerçekten bir okul olduğuna inanmak bile çok zor. Ne bir öğretmen, ne diğer öğrenciler... yalnızca başroldeki erkek ve onun yancısı iki kız, bir de hayalet. Bunlar dışında kalanlar oldukça uzun süre dışlanıyor, görmezden geliniyor. Yine de bilindik bir hikayeyi (nasıl öldürüldüğünü bulmaya çalışan hayalet) biraz dramla, çok az komediyle, miniminnacık da korkuyla pişiren Amnesia'nın, mantık hatalarına ("Başka bir hayaletten kapıyı kapatarak kaçmayı başaran karakterler ve bunlardan birinin de hayalet olması" gibi) rağmen izlenebilir bir seri olduğunu söylemek gerek. []
    • Tsuritama: Ayrıksı işleri yönetmeyi seven Nakamura Kenji'nin, kendine has karanlık tonlardan ayrılıp cıvıl cıvıl bir renk paleti tercih ettiği ve karakterlerini de gençlerden seçtiği bir anime Tsuritama. "Balık tutarak dünyayı kurtarmak" gibi abes bir fikrin üzerine kurulan Tsuritama, bu abes fikri hem ciddi hem de eğlenceli bir hale büründürecek tek yönetmen Kenji olduğu için neredeyse hiç tökezlemeden sonuna kadar yürüyor... her zamanki gibi daha önce pek sık görülmemiş adımlarla. []

    • Uchuu Kyoudai: Bu devirde 26 bölümlük anlaşmalar bile zor bulunurken 48 bölümü cebine koyarak başlayan Space Brothers tam anlamıyla animeleştirilmiş bir live-action dizisi. "2-3 çocuk, biraz da güzel kadın koyup albeni yaratalım" mantığı gütmeyen animenin karakterlerinin hepsi yetişkin insanlar. Astronot olma hayalini gerçekleştirmek isteyen bir başkarakterin etrafında şekillenen anime komedi ve bilim-kurgu öğelerini bir araya getirmiş gibi görünse de aslında uzay yolculuğunda bile kaliteden ödün vermeden slice of life yapılabileceğini kanıtlıyor. []
    • Upotte!!: Felaket! Sektörün sonunu getirebilecek türden bir anime. Olur da bir şekilde ticari başarı sağlanırsa bu kepazeliğin türevlerinin çıkması an meselesi. Savaş silahlarına dönüşebilen kızların (!) eğitildikleri bir okulda geçen Upotte!! katıksız bir fanservice örneği. Gerektiğinde ve gerekmediğinde... ama çoğunlukla gerekmediğinde frikik sahneleri patlatan anime bir yandan da ergen kızları kanlı çarpışmaların içine sokuyor. Hem cinsellik hem de savaş sunan Upotte!! tüm bu pazarlama faaliyetine rağmen feci şekilde yavan, sıkıcı ve amatör bir anime. Hele bir de silahların her türlü özelliklerini ballandırarak anlattıkları sahneler var ki "yakın geleceğin potansiyel askerlerini şimdiden hazırladıkları için elleri sıkılsın!" diyesi geliyor insanın. []

    • Zetman: Zetman de bir diğer doğal felaket. Senaryo idare eder, animasyon hatalarla dolu, karakterler ise resmen karabasan. Yalnızca erkeklerin detaylı çizimlere sahip olduğu seri, kadınları tam anlamıyla korunmaya muhtaç garibanlar olarak resmediyor. Erkek olduğu sürece figüranlar bile başkarakterler kadar detaylı çizimlere sahipler. Meh, bildiğin shounen işte. İzlemeyin, izlettirmeyin artık şunları. []



    3 Görüş:

    1. Muhteşem! 1 aydır bekliyordum nerdeyse... acchi kocchi acayip yahu. o yüzden acayip seviyorum evet :D herzamanki gibi güzel yazmışsın nazo no otoko'cuğum =D her cümlesine katılıyorum nerdeyse!a

      YanıtlaSil
    2. Anime değerlendirmelerini okudum mangasını okuduğum için başlamadığım seriler hariç geneline katıldığığımı belirtmek isterim.Yorumlarına bakında izlenebilecek seri sayısı 3-4 geçmiyor.

      YanıtlaSil
    3. Benim yine sevdiğim 10'a yakın seri vardı ama hiçbirine muhteşem diyemiyorum.

      Another
      Danshi Koukousei no Nichijou
      Fate/Zero
      Inu x Boku SS
      Lupin the Third: Mine Fujiko to Iu Onna
      Nazo no Kanojo X
      Nisemonogatari
      Sakamichi no Apollon
      Tsuritama
      Uchuu Kyoudai

      Herkesin zevkleri farklı tabii ama kendi adıma ya yeni ya da uzun zamandır yapılmayan türden yapımlar bunlar oldu (veya olmak için gayret gösterdiler). Diğerlerinde pek de orijinallik göremedim.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi