• 2011 Anime Sıralaması - 1/2



    Oldukça zayıf başlayıp sonrasında harika bir hal alan ve adından uzun süre söz ettirecek yapımlara sahne olan bir senenin ilk yarısını tamamladık. Sene içinde tavan yapıp sonra yere çakılan, başladığı standartları korumayı başaran, beklenti yaratıp rezil olan, beklenti yaratmayıp harika sonuçlar çıkartan, iddialı girip mükemmel bitiren bazı animeler izledik. Rahatlıkla söyleyebilirim ki son 3 senenin en iyi anime yılının içinde bulunmaktayız. Ben de buradan hareketle Ocak - Temmuz arasında yayınlanıp sonlanmış ve yayını devam eden animelerden izlediklerimi en kötüden en iyiye şeklinde sıralamak istiyorum.

    Not: Sıralamanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

    Sesi Büzüşesiceler

    27- Yumekui Merry
    Berbat bir animeydi. Yer yer sinir krizi geçirmenin eşiğinden döndüm. Özellikle son bölümlerinde izleyiciyi çocuk yerine koyarak bir sürü mantık hatasını birbiri ardına sıraladı. Başlangıcında rüyalar, kabuslar, paralel dünyalar diyerek ilgimi çekmişti ama hem araya kattığı manasız bölümlerle hem de birbirinden salak karakterleriyle kesinlikle bu sene izlediğim en kötü animeydi. Hem senaryoda hem de kurguda çuvalladı. Proje aşamasında bir akıllının gelip sesini kesmesi gerekirdi ancak maalesef bu amatörce bile olamayacak kadar rezil anime, televizyonlarda kendine süre buldu.

    26- Hidan No Aria
    Merry kadar sesi kesilesi bir diğer anime de Aria the Scarlet Ammo idi. Ecchisi yarım, aksiyonu sıkıcı, senaryosu zeka geriliği yaratacak kadar saçma bir seriydi. En kötü yanı da ortalarına doğru kendini ciddiye alması oldu. Hayır, en elit silahşorların yetiştirildiği bir okulun öğrencisi, düşmanının çelik yelek giydiğini bilip neden inadına gövdesine ateş eder? Başka bir anime izlediğimi düşündürecek kadar uçmuş gitmiş finaliyle de senenin en kötü ikinci animesi olmayı hak etti.

    Kamil Doğanlar

    Türü başta komedi gibiydi, ortalarda gizeme, sonda ise drama dönüştü. Herhalde final bölümünü filler ile geçiştiren çok az sayıda anime vardır. Komedi faslında vasat bir düzey tutturmayı başardı. Yer yer, sahne sahne gülümsettiği oldu, bir bölümde ise tavan yaptı. Fakat sonradan ne zaman ki gizeme girdi ayağı kaydı. Dram yapmaya çalıştığında ise yerlerde sürükleniyordu. Maalesef serinin sonlarına yaklaştığımızda bu üç türü aynı bölüm içinde denemeye bile kalkıştı. Kore wa Zombie Desuka ilk doğduğunda iyiydi de sonradan keşke hiç doğmasa dedirtti.

    24- Gosick
    Geçtiğimiz aya kadar kafayı yeme sebebim. İlk bölümlerde ettiğim süslü laflar, Agatha Christie benzetmesiyle ettiğim büyük terbiyesizlik resmen döndü ve beni kıçımdan ısırdı. Gereksizliğini her bölümde takribi 22 kez attığı naralar sayesinde bileğinin hakkıyla kazanan bir yan role sahipti. Kujo denen bu elemanı seri alladı pulladı ve finalinde neredeyse bir kahramana dönüştürdü. Her sıradan animenin olmazsa olmazı "Sakar Şakir" karakterine bürünen Kujo'nun Victorique tarafından aşağılandığı sahnelerde içim erise de yapılan saçmasapan tercihler beni çoktan soğutmuştu. Kapanışa yakın konuyu biraz toplamak akıllarına geldi ama iş işten çoktan geçmişti. İlk üç bölümle insanda heves yaratan Gosick haftalar ilerledikçe arkası gelmez bir derde dönüştü.

    Hatalı Sollayanlar

    Ecchi bir seri olmasına rağmen çok ilginç ve yenilikçi bir fikirle yola başlamıştı. Gizemli akıl oyununu erkenden açık edip 12 bölümlük süreci hiç iyi yönetememesi ilk hatasıydı. Sonlara doğru kondurduğu ağır hentai bölümüyle işleri düzeltmeye çabaladı ama bu da yetmedi. İlginç karakterlerinden en sıkıcı olana bel bağladı ve kapanış haftalarında elinden geldiği kadar oyalanarak en büyük hatasını yapmış oldu.
    Seri başlarken izleyiciye farklı bir dünya sunmaya gayret etti. Süper kahramanları neredeyse ikinci sınıf vatandaş konumuna kadar indirdi ve buradan komedi çıkarmaya çabaladı. Sonra bu huyundan tamamen vazgeçti ve sıradan bir hikayeye dönüştü. Hala yayında olmasına rağmen reytingleri feci şekilde düştü ve bunu hiç umursamadan ikinci planına sadık kaldı. Kısacası yarışın başında gaza basıp herkesi geçtiğini sandı ama sonra kendi kendine vites küçülttü.
    Bilim kurgu temalarını ön plana çıkartarak başladı. Bir süreliğine de olsa iyi idare edildi ve izleyiciyi teori üretmeye sevk etti. Akabinde yaptığı hatalarla bu düsturunu hiçe sayıp sıradanlaştı. Kapanış yaklaştıkça aklımda hala ilk bölümlerin tadı kalmıştı. Yer yer gösterdiği bilim kurgusal icatlarının üstünü gereksiz yere örtmeyi ve minimal konusuna sadık kalmayı yeğledi. Başlangıcında gösterdiği potansiyeli emin adımlarla zayi etti.
    Sapıklığın farklı boyutlarına eğilmeye çalıştı. Bazı bölümleri sıkıcı, bazı bölümleri mide kaldıracak kadar aykırı ama geneli hep aynı teraneyi işleyecek kadar iç bayıcıydı. 10 dakikalık bölümlerden oluşmasını bir dezavantaj olarak görme gereği duymadı ve asla farklılaşma yoluna gitmedi. "Karakterlerimiz bu haftaki maceralarında yine..." rutinine bağladı ve kendini hiçbir zaman geliştirmedi.

    Kendini geliştirmek için hiçbir zahmete girmeyen, gönderme ve sataşma üzerinden güldürmeye gayret eden bir diğer seri de Sket Dance. Başka animelerin parodilerini yaparak espri türetmek de bir mizah çeşididir ancak asıl marifet o animeleri hiç izlememiş olan izleyiciyi güldürmektir. Gerçi ben izlediğim animelerin parodilerini bile Sket Dance'ta sıkıcı buluyorum. Tek iyi yaptığı iş kendisiyle dalga geçmek olan bu seri de çok çabuk sıradanlaşan diğer bir yapımdı.

    Bekletip Gelmeyenler
    Trapeze (Kuuchuu Buranko) ve Mononoke gibi farklı işlere imza atan yönetmen Nakamura Kenji'nin son animesi yine daha önce denenmemiş bir tema etrafında şekillendi. Borsa hayatının metaforik anlatımda kendine yer bulduğu [C], para için yapılan kıyasıya mücadeleleri oldukça kaliteli bir animasyonla bizlere sunarken yönetmenin de verdiği iki senelik molanın ardından yeniden kendini ispatlama şansıydı... fakat olmadı. Hem yönetmene beslediğim sempatiden hem de ilk bölümlerde anlatılanlardan sonra beklentim iyice artmıştı. Oysa [C] haftalar geçtikçe hep bir atak beklememe rağmen kendi kendine oluşturduğu bilinmezleri açıklamadan, hiçbirine cevap vermeden sonlandı. 11 bölümlük kısa süresine rağmen araya recap sayılabilecek bir bölüm eklediğinde ise ümitlerim çoktan suya düşmüştü. Kenji gibi kalburüstü bir yönetmenin açık ara en kötü işi olan [C] aceleye geldiği her halinden belli olan senaryosuyla maalesef benim için yılın en büyük hayal kırıklığı oldu.
    Ben bir Manglobe hayranıyım. Ne büyük saygı duyduğum Ghibli ne de tam sevdiğim tarzda animeler üreten Studio 4C benim için Manglobe ile bırakın yarışmayı, boy dahi ölçüşemezler. Ne de olsa izlerken gerçekten yaşadığımı hissettiğim ve kendimi şanslı addettiğim Ergo Proxy, Michiko e Hatchin, Samurai Champloo ile takdir ederek izlediğim House of Five Leaves gibi animeleri "bana" kazandırmış bir stüdyo. Bu sebeple de Deadman Wonderland'i uyarlayacaklarını duyduğumda sevinçten havalara uçmuştum fakat daha ilk bölümden dost kazığını yedim. Çok sert temalar etrafında dönen mangadan uyarlanan, görsel ve işitsel her türlü sansürün uygulandığı anime şevkimi kırdı. Müzik departmanına tutunacak kadar düştüğüm Manglobe sevgim haftalar ilerledikçe sekteye uğradı. Senaryosu ışık hızında seyreden, bölümlük konularını atlaya atlaya ilerleten, başrol karakterini gitgide seyirciden soğutacak hamleler yapan DW hiç değilse kapanışına doğru attığı birkaç ufak adımla görsel departmanda vasati seviyeye erişti. Lakin anlatımda o kadar aceleci davranmıştı ki, uyguladığı sansürle yarattığı büyük hayal kırıklığını DVD ile dindireceğini sanan benim gibi hayranları bile seriden çoktan soğumuşlardı.

    Misafir Sanatçılar

    Hasta yatağındaki dostuna iyilik olsun diye beyzbol takımının başına geçen Minami'nin hikayesi, her gün yayınlanan bölümleriyle seyirciyle arasındaki mesafeyi hiç kaybetmedi. Sonu tahmin edilebilir olmasına rağmen Minami'nin spor yaşantısına işletme tekniklerini uygulaması bir süreliğine ilgi çekiciydi. Sonlarına doğru bu amaçtan sapma gösterse de Moshidora biraz deneysel takılan, keyifli bir seyirlik olarak izleyicilerine iyi vakit geçirtmeyi başardı.


    15- Beelzebub
    Mangasını takip edenler tarafından yerden yere vurulan Beelzebub benim gibi hakkında hiçbir fikri olmayan izleyicileri cezbetmesini bildi. Baby Beel'in her dakika çığırması başlarda itici gelse de ilerleyen bölümlerde seri rayına oturdu ve asıl amacı olduğuna inandığım komedide gayet başarılı bir iş çıkardı. Arkası gelmez shounen serilerden bir diğerini bekleyenlerin ve manga okurlarının hayal kırıklığına uğramaları çok normal çünkü serinin iyi geçirdiği haftalar tamamen filler kabul edilen bölümleriydi. Asıl senaryoya daldığı zamanlardaysa açıkçası hiç ilgimi çekmedi ama yine de izlemesi keyifliydi. Maratona çok müsait yapısıyla Beelzebub hala devam ediyor ve 50 bölümü rahatlıkla devireceği söyleniyor.

    Sınırlarını kendi kendine daraltsa da pek keyifli bir seyirlik sunan animemiz 30 yaşında, çekingen, karşı cinse nasıl yaklaşacağını bilmeyen ve hala bakir kalmış erkekleri hedef alarak başladı. Zaman içinde absürt komediden bel altı esprilere kadar pek çok mizah malzemesini kullandı ve bu süreçte temposunu hep korumayı başardı. Ortalarına gelindiğinde başroldeki erkeğin kadın versiyonunu da ön plana çıkararak kendini geliştirmeye çalışan 30-sai no Hoken Taiiku, aynı temaya her iki açıdan bakmaya gayret ederek farklılık yaratmayı denedi.

    Finalinde Tanrı ile, genelinde melekler ile dalga geçen bir tuhaf seriydi Azazel. Küçük iblislerle işlerini gören bir dedektiflik bürosunda geçen anime başlarda tökezlemiş olsa da ortalarından itibaren açıldı ve vahşet ile komedinin iyi bir harmanını sunarak sonlandı. Müstehcen, edepsiz, saygısız, yani tam anlamıyla kimseyi sallamayan bir seriydi Yondemasu yo Azazel-san.

    Süreye Oynayanlar

    Kazehaya ile Sawako'nun bir türlü bir araya gelemediği romantizm yüklü Kimi Ni Todoke'nin ikinci sezonu 12 bölümlük kısacık süresiyle göz açıp kapayana kadar bitiverdi. İlk sezondaki ağır pembe dizi havası ikinci sezonda da bir süreliğine devam ettirildi. Her iki karakterin de çekingen tavırları ara ara kurdeşen dökmeme sebep olurken yapımcıların ağızlarında geveledikleri final, sevenlerini hem üzdü hem sevindirdi. En başından itibaren finalin tahmin edilebilir olmasını geçtim, basbayağı bilinmesi bende sabırsızlığa yol açmıştı. Yapımcıların amaçları da ipe bağlı havucu sürekli çekerek tavşanı koşturmak olduğundan Kimi Ni Todoke her haftası merakla beklenen ve hop oturup hop kaldıran bir animeye dönüştü.


    11- Level E
    Bilim kurgu mu gizem mi olacak derken yaptığı komediyle evlerimize bodoslama giren Level E de süreye oynayanlardan biriydi. İlk bölümlerinde yaşattığı harika tecrübelerden sonra düşen temposu ve hemen hemen aynı ayarda peşi sıra gelen bölümleriyle kendi değerini azalttı. Başlangıcında sesi öyle bir yüksek çıkmıştı ki potansiyeli hakkında muhteşem tahminler yapılmıştı ama sonra ne olduysa oldu, özellikle 6. bölümden sonra gitgide daha da ağırlaştı ve mum gibi eriyip söndü. Sönerken de yine bir mumu andıran şekilde ateşi biraz parladı fakat ilk bölümlerden sonra tüm malzemesini harcamış gibi görünmekten kurtulamadı.

    Etkileyici bir açılış, sağlam bir animasyon, iyi seslendirme... Kısacası Blue Exorcist kendi türünde başarılı olmak için tüm gerekenlere sahip ama bir üst seviyeye, yani her zevke hitap etmek için hiçbir uğraşı yok. Altı bölüm biriktirip izlediğim serinin o kadar monoton bir anlatımı var ki kronolojik izlemesem bile konuyu takip edebileceğim hissini uyandırıyor. Kardeşlerin arasındaki bağ üzerinden ciddi miktarda, Peder'in eski defterleri üzerindense kısmen nemalanmaya çalışıyorlar. 2-3 bölüm izledikten sonra ara verip 1 ay kadar yüzüne bakmasanız da tekrar başına oturduğunuzda aynı esprilerin, aynı konuların etrafında döndüklerini görebiliyorsunuz. Shounen bir seri için süreye oynamasını, lafı iyice gevelemesini, tam filler bölümler yayınlamasını normal karşılamak gerek.

    Hakkını Verenler

    9- Mitsudomoe Zouryouchuu

    8 bölümlük kısacık 2. sezonuna rağmen Mitsudomoe skeçlere ayrılmış bölümlerinin hiçbirinde amacından şaşmadı. Tek maksadı güldürmek, yalnızca güldürmek, illa ki güldürmek olan anime bu gayesini her bölümünde öyle veya böyle başardı. Birbirinden manyak üç kardeşin, en az onlar kadar ayarsız babalarının, kardeşler kadar olmasa da çatlak sınıf arkadaşlarının etrafında şekillenen bölümlerde -kendi adıma- yepyeni esprilere de denk geldiğim oldu. Havuzda curling oynanan bölüm sene boyunca en içten güldüğüm sahnelere gebeydi. Tek üzüldüğüm nokta serinin aşırı kısa sürmesiydi ama bu süreci çok iyi yönetmeyi de başardılar.

    Bir başka 2. sezon yapımı olan Fireball Charming'in aldığı süre bile komediydi. İlk sezonu gibi ikişer dakikalık 13 bölümden meydana gelen seri çok hızlı espriler, çok karmaşık referanslar, zihin açıcı diyaloglar ve en önemlisi de kimsenin konuşmadığı anlarıyla oldukça başarılıydı. "Zaten 2 dakikada neyi kötü yapabilirler ki?" diye düşünenlerin aksine "Her hafta iki dakikada nasıl bu kadar iyi olabilirler..." diye baktığımdan beni çok tatmin etti. Amacını gayet iyi biliyordu ve her bölümde de bunu yerine getirmeyi başardı. Üstüne bir de müthiş animasyonuyla harika sahne tasarımları eklendiğinde akılda kalma süresi, izleme süresini hayli hayli aştı.

    İstikrar Abideleri
    Benim adıma yılın en büyük sürprizi Supernatural oldu. Iron Man, Wolverine, X-Men ve hatta şimdilerde Blade sayesinde iyice rezil bir çıta yakalamış Amerikan uyarlamalarının arasından Supernatural çok rahat sıyrıldı ve seviyesini sürekli korumayı başardı. Kötü geçen tek bir bölümünü bile hatırlamadığım seri, orijinal dizinin devirdiği sezonları kapsamak yerine tek bir hikayeye odaklandı. Sarı Gözlü Şeytan'ı arayan Winchester kardeşlerin karakter gelişimlerini de geniş bir zamana yayarak, neredeyse son bölüme kadar ilerleterek işledi. Korku gibi çok zor bir türün altından başarıyla kalkan animenin iki yönetmeni Ishizuka Atsuko ve Miya Shigeyuki benim için Aoi Bungaku'da yönettikleri bölümlerle çoktan rüştlerini ispatlamışlardı fakat bir Amerikan uyarlamasını bu kadar iyi "animeleştirme"lerini de beklemiyordum. Hiçbir anında sıkmayan, aksine bölümler ilerledikçe izleyiciyi daha da içine çeken Supernatural The Animation, dünya çapında geniş bir kitlenin takip ettiği orijinal dizinin Japonya'dan çıkan harika bir yan ürünüydü.

    6- Gyakkyou Burai Kaiji: Hakairoku Hen
    Hep dedim, bir kez daha söyleyeyim: Kaiji, adamımsın! Bu seriyle ilgili internette arama yaptığınızda en çok "kumar" kelimesine rastlarsınız. Halbuki Kaiji gerçek bir strateji animesidir. Şu ana kadar biraz uzağında kalsa da özellikle ilk 7 bölümündeki anlatım gücüyle ilk sezonun mirasını çok iyi sürdüren animeyi tam ortalamış durumdayız. Dışarıdan serseri, içeriden lider ruha ve kör noktaları görme yeteneğine sahip Kaiji her zaman olduğu gibi birlikten doğacak kuvvetin peşinde. Boş anda söylenmiş en önemsiz bir kelimenin bile zafiyet anlamına gelebildiği serimiz kendisinden beklediğim gibi tam bir anti-kahramanlık öyküsü olarak sürmekte.

    İftiharla Geçenler


    P.A. Works firmasının 10. yılı şerefine ekranlara getirdiği anime daha ilk bölümündeki açılış konuşmasıyla "farklı bir şeyler" arayan insanların kalbini kazandı. Şehirli Ohana'nın köy hayatına gelişi ve ananesinin yönettiği otelde çalışmaya başlamasını konu alan animede geniş bir kadro, nefis müzikler, gerçekçi diyaloglar ve harika bir animasyon bir araya geliyor. Hala yayını süren ve 24. bölümüyle finalini yapacak serinin bu kadar ses getirmesinin bir diğer nedeni de anime izlemeyenlerin bile ilgisini çekmiş olması. Ohana üzerinden ergenlik, kendini tanıma, çalışma disiplini, arkadaşlık bağları gibi pek çok farklı temaya değinen Hanasaku Iroha farklı türlere gönül vermiş insanları bir şekilde yakalamayı başaran nadir yapımlardan biri.

    Yılın tartışmasız ilk bombası Madoka. Muazzam bir(kaç) animasyona sahip anime bilindik bir konuyu farklı açılardan yaklaşarak işlemeyi bildi. Rengarenk saçlı küçük kızlar etrafında şekillenmesine rağmen yarattığı kaotik atmosfer ve depresif anlatım tarzıyla insanların dengesini mütemadiyen bozdu. Konusunu daha önce pek çok farklı yapımda izlemiş olmama rağmen sürekli karamsarlığa iten gelişmeleriyle her hafta bir sonraki bölümü iple çekmeme neden oldu. Finalinde bir nebze kolaya kaçmış olsa da kendinden önceki bilmem kaç tane örneğin yapamadığını becerip Mahou Shoujo konseptini kökünden sallayan, belki de insanların bu türe merak duymasına yol açan eşsiz bir animeydi.


    Başlangıcında çok sıkıldığım ama rayına oturduktan sonra hep daha hızlandığını hissettiğim bir anime Steins;Gate. Çocukluğundan beri Back to the Future üçlemesini ve benzer yapımları 12-13 defa izlemiş biri olarak "Zaman yolculuğu üzerine daha ne anlatılabilir ki?" diye düşünürken beni çok gafil avladı. Öncelikle geçmişe dönük iki farklı zaman yolculuğu konseptiyle kafaları iyice karıştıran Steins;Gate bir taraftan da kendi hikayesini anlatmaya çalışıyor ve bunu da çok iyi kıvırıyor. Başroldeki Okarin'i dışarı alırsak kadronun tamamı toplamda 1 büyük oyuncu gibi bir performans çıkarıyor. Gökyüzünü çok ender gördüğümüz, geneline gri tonların hakim olduğu, animasyonunun tekdüze ilerlediği bu anime tüm gücünü insanı her fırsatta düşünmeye sevkeden senaryosundan, zaman zaman da zevzeklikleriyle güldürmeye zorlayan karakterlerinden alıyor. Bilim kurgu türüne ait serilerden illa bir yenilik, özgün bir içerik beklediğimden olsa gerek aradığımı bu animede çoktan bulduğumu hissediyorum. Bana öyle geliyor ki sağlam bir final yaparsa unutulmazlar arasına rahatlıkla girecektir.

    11 bölümlük kısacık süresine rağmen tempoyu olağanüstü ayarlayan, 6 karakterine de aynı itinayla yaklaşan, harika müziklerini kusursuz zamanlamayla kullanan ve neredeyse hiçbir hata yapmamış bir seriydi AnoHana. Bazılarının ajitasyona kaçmakla suçladığı ama bana göre "içtenliği" yansıtan, 3-4 yılda bir izleyebileceğimiz türden bir yapımdı. İzleyiciyi ağlatmayı da güldürmeyi de bilen, hiçbir hamlesinde aşırıya kaçmadan derdini anlatabilen nefis bir animeydi. Takip ettiğim süre içerisinde kendimi karakterlere yakın hissetmeye uğraşsam da buna izin vermedi. Madoka'nın yaptığını bir üst boyuta taşıyarak rengarenk ve cıvıl cıvıl bir animasyonu, kupkuru ve çatırdamış bir senaryoyla besledi. Benim dengemi birkaç kez bozduğu, suratımda bir gülücükle ağlattığı da oldu ama bu kadar yukarılarda olmasının nedeni bunlar değil. Anlatmamam, hiç bahsini bile açmamam gereken finali sanki enfes bir pastanın üstüne yerleştirilen son süsleme gibiydi. Tastamam bir animeydi AnoHana.


    Barındırdığı karakterleri ve dillendirdiği hikayesiyle arasındaki mesafeyi hep koruyan harika bir animeydi Wandering Son. Gözlemci kamerasını kendi karakterlerine asla fazla yaklaştırmadı. Bir adım uzakta kalan, kendini geri çeken tarafsız duruşunu hep sürdürdü. Fakat bu ılıman tavrını eline geçen her fırsatta "cinsiyet" kavramının içini delik deşik ederek bozdu. Ara ara uyguladığı metaforlarla, çoğunlukla cinsiyetler arası eşitsizlikten dem vurarak mükemmel bir iş çıkardı. Bana göre Hourou Musuko'nun asıl başarısı hangi durumu anlatıyorsa anlatsın var olan tüm bakış açılarını yansıtmaya çalışmasıydı. Serinin ne kadar olgun bir yapım olduğunu gösteren bu çaba çoğunlukla meyvelerini de verdi. Yapımcıların harika seçimleriyle bir düşü, hayali, rüyayı andıran animasyon dahi animenin niyetini açık eder nitelikteydi. Gerçek hayattaki yaşantı için bile hep bir "keşke" diye içimden geçirmeme sebep oldu. Küpe takan erkeklere alıştığımız, kravat takan kadınları karizma bulduğumuz bir çağda, karşı cinsle özdeşleşmiş kıyafetleri giymenin sınırını nerede çizmemiz gerektiğini sorgulatan anime usulca anlatımını tokat gibi inen bir soruyla pekiştirdi: İnsan kendi cinsiyetini neden seçemesin?

    5 Görüş:

    1. DW ve C'den beklentiler büyüktü, ama sürprizi steins gate yaptı, 4,2 ve 1'i daha izlemedim fırsat bulduğumda toplu izleyeceğim Ano Hana için herkes olumlu şeyler söylüyor, kış sezonundan da iyi olmalarını beklediğim animeler var.

      YanıtlaSil
    2. Hourou Musuko biraz bıçak sırtı bir anime. Çok çabuk sıkılıp bırakmak da mümkün, benim gibi 30 anime içinde ilk sıraya koymak da. Ama ilk 5 içindeki geri kalanlar büyük ihtimal hoşuna gidecektir. Bilhassa Madoka'yı seversin gibime geliyor.

      YanıtlaSil
    3. Hourou Musuko'nun da konusu ilgimi çekti bu günlerde indireceğim,Iroha'ya bakmayı düşünmüyorum keşke baştan izleseydimç

      YanıtlaSil
    4. Fractale:
      Anime yapımları arasında bir grup var. Bunların genelde amacı hristiyanlığı övmek oluyor (bir çeşit misyonerlik üstleniyorlar) ya da bundan prim sağlamaya çalışıyorlar. Bu grubun içinde çok iyi yapımlar da var, izleyince bu olayı yok sayabiliyor insan. Fakat büyük çoğunluğu çöpten ibaret oluyor. 2 bölümünü izlediğim bu seri de onlardan biri gibi geldi bana ve çöp sınıfına sokarak anında bırakmıştım. Sıralamasına bakınca pek de bir şey kaybetmemişim.

      Manglobe:
      Bu şirket geç de olsa yol ayrımına geldi bence. Kapitalist sistem dişlerini geçirip büyü artık diyor kendisine. Burada önemli olan seçeceği yol tabii: Bones mu, yoksa Gonzo mu olacak? Umarım arasında 3-4 yaş fark olan Bones'u örnek alır kendisine. Elbet büyümenin koşulu olarak piyasa geneline hitap etmek zorunda kalacak (onca seri dile kolay) ve seçkin seriler bekleyen kitleyi biraz üzecek. Ama seçimi Gonzo gibi güzel olabilecek serileri hiç etmek olursa vay hallerine...
      Tabii böyle genç bir şirketi Madhouse ve Studio Ghibli'yle kıyaslamak anlamsız olduğundan o konuya girmedim bile. Her ne kadar şimdiye kadar çıkardıklarının çoğu başucu eseri olsa da, 30 küsur yıl ayakta kaldıktan sonraki şaheser sayısı önemli sonuçta. Aynı yerde de sayabilirler.
      Not: Ben de Manglobeseverim. :)

      Beelzebub:
      İzlemedim. Ama yazını okuyunca bitmek tükenmek bilmez şonenler konusunda aynı hisleri paylaştığımızı farkedip güldüm. :) Filler bölümler iyi, iş düelloya bağlayınca ileri sar mantığı. :) Nasıl olsa ileriki bölümlerde 23092138091238 flashback ile o sahnelerden kaçacak delik bırakmazlar adama.

      Hanasaku Iroha:
      Sevimli seri zaten söyleyecek söz yok. Ailecek takipdeyiz. :)

      İlk beşin diğer serileri:
      Hiçbirine el atmadım (zaten eski seri sever olarak bu normal gerçi:) ) Fakat yazılanlardan etkilenip listeye attım tabii. Biraz bekleyip fansub yerine düzgün şekilde seyrederim gibime geliyor.

      YanıtlaSil
    5. Fractale'ın yönetmeni daha anime başlamadan tüm kariyerini bu işe yatırdığını açıklamıştı. Ortaya çıkan sonuca bakılırsa bu adama masadaki tuzluğu bile emanet etmemek gerek. İlk bölümlerdeki ilginç fikirler ("şimdi iman vakti" gibi dini referanslar da dahil) bir süre oyaladı da sonra arkası hiç gelmedi.

      Manglobe için tamamen subjektif bakıyorum. Ben de biliyorum henüz Ghibli olmadığını ve seçtiği yapımlara bakılırsa asla da olmayacağını. Biraz taraftar gözüyle seviyorum onları. Barcelona varken mahalle takımını tutmak gibi benimkisi. Sadece şimdiye kadar çıkardıkları işlerdeki kalite oranı çok yüksek (orana vurduğumuzda Ghibli'nin de önünde diyebilirim), ben de bir ümitle hep böyle devam etmelerini bekliyorum... DW'den sonra bekliyordum demek daha doğru olacak galiba.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi