• Lupin the Third: Mine Fujiko to Iu Onna - İnceleme



    Yamamoto Sayo gibi yönetmenlere ihtiyaç duyulan bir alana dönüşmeye başladı anime. Fazlasıyla erkek odaklı, şovenist ve ataerkil yapımlarla dolup taştı artık sektör. Seriler, kusturacak kadar fazla detaylandırılmış bir erkek skalasına göre her geçen gün artarak peydah oluyorlar. 0-6 yaş arası tıfıl, 6-12 yaş arası oğlan, 12-15 yaş arası ergen, 15-18 arası delikanlı, 18-25 arası genç vs. derken hep erkeksi kahramanların, erkeksi zaferlerin, erkeksi duyguların ve hatta erkeksi bir gerçekçiliğin peşinden gidiliyor. Sonuçta en ciddi ifadeyi takınmış animelerde bile ortaya manasızca ecchi kareler sıçratan (sıçratmak zorunda kalan) sahneler karşımıza çıkıyor. İşte kendini bu kadar tatmin etmeye kanalize olmuş, mastürbasyonist bir ortamda Yamamoto Sayo gibi harika kadın yönetmenlere ihtiyaç duyuluyor; kendisi gibi harika kadın karakterler yaratması için.

    Elbette ki Yamamoto Sayo'nun tek başına yarattığı bir kadın karakter değil Mine Fujiko. Fakat yönetmenin daha önceki işi Michiko e Hatchin'i hatırladığımızda, Yamamoto'nun güçlü kadın karakterler betimleme konusunda ne kadar marifetli olduğunu anlayabiliriz. Aynı Michiko gibi Mine de güçlü, tehlikeli ve vahşi bir kadın. Tüm bu özelliklerin aslen vurguladıkları üzere Mine tamamen hür bir kadın.

    Mine Fujiko'nun puslar ardında saklanmış geçmişi seri boyunca aklımızı kurcalayan en büyük gizem olurken karakterin dizi boyunca gösterdiği gelişim, aslında son bölümdeki aydınlanma anına kadar tekrar eden bir döngüden ibaret kalıyor. Mine Fujiko seri boyunca canının istediğini çalıyor, canının istediğiyle yatıyor, canının istediği kişiye silah doğrultuyor çünkü Mine Fujiko zaten bu davranışları yapan bir insan olarak tanımlanıyor. Yamamoto Sayo, Mine Fujiko'yu böyle bir karaktere dönüştürmüyor, onu herhangi bir yöne doğrultmuyor. Aynı Michiko'yu bıraktığı gibi Mine Fujiko'yu da hür bırakıyor.


    Karakterdeki başarısının yanında yönetmenin bu serinin genelindeki asıl başarısına da bakalım. Yılın en kimlikli animasyonuyla başlamak doğru olabilir. Atılan taramalarla bir karikatür formunu alan ve "renklendirilmiş manga" yaftasına açık bir yaraya dönüşen animasyon, oysaki serinin yapısını eksiksiz bir şekilde aktarmaya çalışan bir aracı. Lupin'in mizahi ve aydınlık, Mine Fujiko'nun ise dramatik ve karanlık unsurlar kattıkları anime aynı zıtlığı animasyonundaki rengarenk kuruluğuyla destekliyor. Yalnızca serinin şimdiki zamanında atılan taramalarla değil, Mine Fujiko'nun geçmişinin anlatıldığı sahnelerde veya halüsinasyon gören bir karakterin yaşadığı trans halinde seçilen renkler (gül rengi pembeler, taze elma rengi kırmızılar, yeni açmış yaprak rengi yeşiller vb.) öylesine kuru ve cansız görünüyorlar ki hikayeye gerek bırakmayacak kadar atmosfere hakim oluyorlar.

    Öte yandan serinin bir intikam hikayesine benzeyen -gerçeği- arayış öyküsü Michiko'nun serüvenini andırsa da Mine Fujiko'nun yavaş yavaş aydınlanan geçmişi, onu ister istemez bir nesne gibi gösteriyor. Michiko'nun hapisten çıktığı anda kurtulduğu zincirler, Mine Fujiko'yu ise en başından itibaren sabit tutmak için tasarlanmış durumdalar. Gerçeğe ulaşana dek seri boyunca yaşadığı hipnotik durum ve gerçeği öğrendiği ana kadar gördüğü halüsinasyonlar onu hayali bir hapishanenin içinde tutuyor.

    Mine Fujiko ile Michiko'yu ayıran tam da bu nokta. Michiko fiziksel hürriyetinin peşinden koşarken Mine ise ruhsal hürriyetini geri kazanmak için çırpınıyor; bir nesne olmadığı, canlı bir birey olduğu gerçeğini kazandığı buruk galibiyetlerle her fırsatta hatırlatarak.


    2 Görüş:

    1. Çevirisini yaparken her bölümü 3-4 kere izlemiş biri olarak yorumlarınıza katılıyorum. Bu anime benim için şimdiden 2012 yılının en iyisi. Ama bir yönden de hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek istiyorum. Animeyi çevirmeye başlarken aksiyon-komedi birleşimi bekliyordum ama zamanla izledikçe psikolojik yönünün çok fazla olduğunu gördüm. Ha psikolojik yapımları sevmiyor muyum? Aksine en sevdiğim türlerin başında gelir. Ama Lupin diyince almak istediğim şeyi sadece 9. bölümde aldım. O bölümü 5 kere izlememe rağmen hiç sıkıladım.
      Anime hakkındaki genelyorumuma geçecek olursam şöyle olur:
      Benim gibi daha önce Lupin izlememiş birini Lupin III karakterlerine hayran bırakabilir. Ama bu animeyi izledikten sonra eski serilerin görüntü ve müzikleri sizi tatmin etmeyebilir. Hatta herhangi bir serininkiler bile tatmin etmeyebilir. O taramalar olsun, aksiyon sahnelerinde arka fonda çalan jazz müzikler ve bu müziklerin sahnelere verdiği akıcık tek kelime ile muhteşem. Tüm seride aktarılan kadın figürü kadını bir obje olarak kullanan diğer animelere büyük bir ders niteliğinde.
      Uzun lafın kısası olarak bu animeyi izleyin izlettirin diyorum.

      YanıtlaSil
    2. Aynı beklentiler bende de vardı sanırım hatta ilk bölüme başlarken projenin önceki yapımlarını izlemediğim için 23 dakika sonra bırakacağım bir seri gözüyle bakıyordum. Serinin 2. bölümünü de izledikten sonra nasıl bir boşluk yaratmalıyım da diğer Lupin serilerini de izlemeliyim, diye düşünmeye başlamıştım. Gerçekten komple bir seriye dönüştü Mine'nin hikayesi. Benim bu sene en sevdiğim seri Nazo no Kanojo X oldu ama en etkileyici olan için Mine'yi hepsinin bir adım önüne koyuyorum.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi