• Michiko e Hatchin




    Sonbahar sezonunda etraflarda fazla seri yokken izlediğim ve yayınlandığı tarihte ıskaladığıma çok üzüldüğüm harikulade bir seri Michiko e Hatchin.

    Michiko e Hatchin bir ana kızın hikayesi. Daha ilk bölümde külkedisi dramına tanık olduğumuz, kurtarılmak için yana yakıla birilerini bekleyen Hana'ya uzatılan yardım eli hapisten henüz firar etmiş, çıkar çıkmaz banka soymuş, Hana'nın babası Hiroshi Morenos'u bulmak için ant içmiş Michiko'dan, yani annesinden gelir. Hana o güne kadar bir pederin evinde barınmasına "izin verilmiş", sürekli itilip kakılan, devletin verdiği para yardımı sayesinde ailenin evde "tuttuğu" maharetli bir kızdır. Kahvaltıyı hazırlar, köpeği çıkartır, yerleri siler. Karşılığındaysa evin sünepe oğlanı onun eteğini açar, üstüne taş fırlatır, evin embesil kızı duştayken onun elbiselerini çalar, yerleri silerken kovayı döker vs. İlk bölüm serideki şiddet açısından birtakım ipuçları da içermektedir ama yine de bana sorarsanız serideki en vahşi bölümdür. İşte bu ilk bölümde, Hana'nın her kötülüğe eyvallah dediği sırada Michiko seri boyunca kalbimizi çalacak motorsikletiyle camdan içeri dalar ve kızını kolundan tuttuğu gibi maceraya sürükler.



    Michiko e Hatchin bir yol hikayesi. Brezilya denince ülkemizde ilk akla gelen futboldan hiç dem vurulmaz. Onun yerine ikinci akla gelen pembe diziler gibidir bu seri. Michiko ile Hana Brezilya'yı turlar da turlar. Gettolara girer, ölümle burun buruna gelirler. Sirklere katılır, yine ölümle burun buruna gelirler. Hiçbir şey yapmazlar, ölümle burun buruna gelmelerini sağlayacak emirler verilir. Hayatları pamuk ipliğine bağlı bu iki kadın tehlikelere rağmen geri adım atmaz, hep hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Hâl böyle olunca da sürekli bir macera şeklinde geçer yaşamları. Bu maceralar boyunca sürekli bir belaya bulaşır, her fırsatta birilerinin canına okur, kendilerinin ağızları burunları dağılır, yara bere içinde kalırlar. Yine de yola devam ederler.

    Michiko e Hatchin kadınların hikayesi. Michiko süper inşa edilmiş bir karakterdir. Küfürbaz, frapan, dövmeli, arsız ve yabani bir kadındır. Hepsinden önemlisi âşık bir kadındır. İşte bu özelliği de Michiko'yu çok tehlikeli bir karakter yapmakta ama sempatimizi hiç zorlanmadan kazanmasına da fırsat tanımaktadır. Michiko bir şeyi isterse ya alır ya da istediği şeyi alınmayacak hale getirir lakin onun tek isteği Hiroshi'sine kavuşmaktır. Zaten seri de Hiroshi'nin peşinde hırsız-polis kovalamacası gibi geçer. Michiko alır yanına Hana'yı, başlar Brezilya'yı katetmeye. Brezilya kazan, bizimkiler kepçe yollara düşülür. Gittikleri her yerde Hiroshi bulunmuş ama oradan ayrılmıştır. Michiko ise Hiroshi'yi bulma fikrinden asla yılmaz çünkü sever, hem de ölümüne sever.



    Michiko e Hatchin bir mafya hikâyesi. Michiko eskiden bir mafya üyesidir. Zaten Morenos ile de bu mafya olayları sırasında tanışmış ve ona fena halde çarpılmıştır. Hapisten firar eder etmez de hemen eski defterler açılır ve herkes onun yakasına yapışır. Fakat sadece Michiko ile sınırlı kalmaz mafya hikâyemiz. Hatchin bile daha ilk işinde bir yankesiciyi kovalarken Brezilya'nın tepelerindeki bir gettoda mafyayla kendini burun buruna bulur. O eğlenceli sirk bile bir mafyadır, Hatchin'in ilk bölümdeki yaşamına tanık olduğumuz rahibin evi bile. Her tarafta kendini düşünen insancıklar bulunmaktadır. Hayat bir ölüm-kalım savaşından ibarettir. Ayakta kalmanın hayatta kalmayla denk olduğu bir cangıldır adeta. Seri bu açıdan bakıldığında her bölümündeki ayarsız şiddet kullanımıyla ön plana çıkar. Her bölümde birileri çok feci dayak yer, itilir-kakılır, ağzı burnu yer değiştirir. Bu şiddet ilk tanık olunduğunda (1. bölüm) bana çok can sıkıcı ve tahrik edici gelmişti ama zamanla alıştım ve biraz da karikatürize edilmesiyle bu şiddeti hiç yadırgamadım. Tabii her izleyicide farklı tepkiler doğuracak bu şiddet kullanımı yine de serinin izleyici profilini net bir şekilde çizmesi açısından da faydalı oluyor. Michiko e Hatchin kesinlikle yetişkinlere uygun bir seri.

    Michiko e Hatchin bir Brezilya hikâyesi. Telenovela diye de bilinen sonu gelmez pembe diziler gibidir Michiko e Hatchin. Zaten bir sonu da yoktur, yol hikâyelerinin de mafyanın da ana-kızın da kadınların da hikâyelerinin de sonu olmadığı gibi. Ufak bir kesittir bizim hikâyemiz: Mafya içinde büyümüş bir kadının doğum yaptıktan sonra hapse girmesi, sayısız firar girişimiyle tek aşkına ulaşmaya çalışması, bu uğurda kızını kaptıktan sonra Brezilya'yı bir baştan öbür başa turlamasıdır asıl konumuz. Görünen konu budur bu olmasına da bu ikilinin yaşamlarına giren karakterlerdir asıl konuya şeklini veren. Hana'nın ilk flörtü olan amnezik çocuktur misal ya da Michiko'nun çocukluk arkadaşı ama şimdi onu kovalayan polis Jumbo'dur misal... Kardeşi için striptiz yapan kadındır, ülke çapında nam salmış bir mafya babasıdır, dede yaşıyla tetikçilik yapan Jamaika bereli Gyle'dir misal... Yan karakterlerdir Michiko ile Hatchin'in yollarını çizen.



    Her bölümü saniye saniye anlatılsa bile izlemeden hiçbir şey anlaşılmayacak bir seridir Michiko e Hatchin. "Eğlenceli" kavramına daha iyi yakışan bir seriyi ben şimdilik hatırlamıyorum. Hoş, Michiko e Hatchin'i unutturacak bir seriyi de pek hatırlamak istemiyorum.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi