• Bakemonogatari


     

    Anlatılacak her hikâyenin mutlaka daha önce anlatıldığı ön yargısının kemiklerimize işlediği, farklı işlerin her birinin benzerleştirme çabasıyla ezildiği bir çağda yaşıyoruz. İster animede isterse de sinemada, edebiyatta, müzikte olsun bu ön yargı yüzünden hak ettiği değeri ve saygıyı göremeyen yapımlar keşfedilmeyi bekleyecek kadar dışlanıyorlar. Bakemonogatari de kıyıya köşeye itilmiş, "ya seversin ya nefret edersin" sığlığına sokularak boğulmaya çalışılmış animelerden biri.

    Derin okumalara mahal verecek anlatımına geçmeden önce gözleri fal taşı gibi açtıran animasyonundan bahsetmekte fayda var. Hava basmaktan yerinde duramayan bir yönetim seri boyunca göze çarpıyor. Farklı teknikler ve farklı üsluplar kullanılması zaten seriye büyük bir çeşitlilik katarken Bakemonogatari'nin asıl başarısı imge yerleşimi ve yönetiminden kaynaklanıyor. Maddi sıkıntılar yüzünden seçildiği söylenmiş bu canlandırma tarzının yukarıda bahsettiğim sığlığa neden olması çok normal. Nihayetinde, bazen hareketli görüntüyle bile verilemeyecek ifadeleri bu dondurulmuş karelerde buluyorsunuz. Ve bu dondurulmuş kareler çok "hızlılar."

    Bakemonogatari'nin, her bölümün başında ekrana "çarptığı" cümleleri takip etmeye çalışmak beyhude bir çaba. Eğer ki yönetmen, yazar, senarist, animasyon stüdyosu vs. izleyici dostu olmak gibi bir kaygıya kapılıp bu cümlelerin okunmaları isteselerdi zaten bu kadar hızlı bir dayak yemiyor olurduk çünkü zaten amaç bu; her bölümün girizgahında bir dayak yememiz isteniyor. Çok konuşan karakterlerden ve konuşamadığı için bolca kelime yazan bir senaristten (ha keza eser sahibi Nishio Ishin'den) ve senaristin yazdıklarını ekrana taşıyan yönetmenden meydana gelen bir serinin de atacağı sopa doğal olarak hızlı, uzun, derin cümlelerden oluşuyor. Bırakın, 15-20 saniye dövsün. Durdurmaya kalkmayın.


     

    Bakemonogatari, içine kapanık ve o kapandığı içine karşı da son derece acımasız bir anime. Japon dilinin tüm zaaflarından faydalanan, bu zaaflarla dalga geçen serinin asıl amacı gençler... hatta genç kızlar üzerinden bir modern toplum eleştirisi yapmak. Seri boyunca tek bir yetişkini (Senjougahara'nın babasını) görürüz, ki onun da yüzü bize gösterilmez. Kendine yetişkin diyen Oshino Meme ise kulağındaki ve boynundaki ters dönmüş haçlarla, konuşma tarzı ve hareketleriyle açıkça belli edildiği üzere bir yetişkin değil, bir "ağabeydir." Etrafı tellerle çevrilmiş bir binadadır ve hiç dışarı çıkmaz (topluma karışmaz). Sanki kafese kapatılmış yabani bir hayvan gibidir.

    Bu yabanilik serinin tamamında gördüğümüz ve içselleştirmek için empati kurmamız istenen karakterlere de sirayet etmiştir. Kızlar (ve onların alt benlikleri olan ruhlar) ve Araragi dışında hiçbir insanla temas kuramayız. Post-apokaliptik bir atmosfer estirilir ama aslında park etmiş yüzlerce bisiklet ve onlarca arabayla diğer insanların da bu dünyada yaşadıklarını biliriz. Burada verilmek istenen dışlanmışlık, toplumdan farklılaşma duygusudur; sanki bu gençler sokağa çıktıklarında o dünyada yaşayan herkes evlerine saklanmaktadır. Kerhen bir araba geçer ya da yalnızca kalıplandırılmış (dış hatları çizilmiş) ve birbirinden hiçbir farkı olmayan insanlar gösterilir. Karakterlerimiz anti-kahramanlardır, kendi deyimleriyle "anomalilerdir."

    Anomalileri yüzünden (yengeç, salyangoz, maymun, yılan, kedi) toplumun normalliği tarafından sindirilmiş bu karakterlere part-time bir vampir olan ama asla kan emmeyen Araragi yardım eder. Araragi kızların hiçbir zafiyetinden faydalanmaz, asla bencil değildir. Örnek bir delikanlı portresi çizer ve aslında bir yan karakter olarak işini hayli başarıyla yerine getirir: Araragi modern toplumdaki genç erkekler için tasarlanmış bir konu mankenidir.


     

    Müzikler ve seslendirmeler... daha doğrusu serinin çıkardığı sesler şahanedir yalnız, onu belirtmeden edemem. Her anlatı türünü (korku, macera, komedi, polisiye vb.) betimleyebilen parçalar bu kadar konuşkan (geveze değil) ve bu kadar farklı görselliğe sahip bir animenin bazen süresinden çalsalar da bu modern kolajın değerini bir kat daha arttırmak için çok etkililer.

    Seride daha tonla gönderme, hiciv, eleştiri var ama gördüklerimin hepsini buraya yazıp izlemiş ve izlememiş olanı sıkmak istemiyorum. Ne de olsa Bakemonogatari izlendikten sonra bile hala keşfedilmeyi bekleyen bir anime...


     

    7 Görüş:

    1. Daha yeni izlediğim bir seri ama şahsen ben elimde mouse tetikte bekleyerek, o hızlı hızlı geçen yazıları yakalayıp durdurarak izlemiştim :) Kelime oyunlarını anlayabilmek için kanji açıklamalarını okumak gerekiyor sanki... Ya da karakterlerin içlerinden geçen düşünceler mesela... Tabi okumadan da izlense bir şey kaçırmış olunmaz

      YanıtlaSil
    2. Ben de dün gece bitirip inceleme avına çıktığımda senin yazını gördüm, içimi bir "eyvah pişti olduk" endişesi kaplamadı değil :)

      Bu seriye tamamen hakim olmak için herhalde Japon olmaktan başka bir çözüm yolu yok. Açıklamalarla bile anlamadığım kelime oyunları vardı. Genel itibarıyla fonetik bir anime zaten, açıklama yapılmadan bile bazı sesleri yakalayabiliyorsun. Tabii anlamlarını ancak okuyarak öğrenebiliyorsun ama seri zaten çok yerel olmayı tercih ettiği için bizi dışlıyor, yapacak bir şey yok.

      YanıtlaSil
    3. Evet, Japon olmayan için hep bir şeyler eksik kalıcak. Bende aman kaçırmasam, dur espri mi o? diyip açıklamayı tekrar filan okuyarak izledim :D Pişti olma hususundaysa yanaklarım kızardı, benim yazım çok basit senin incelemenin yanında. Keşke görmeseymişsin >_< Pause olayı haricinde söylediğin her şeye katılıyorum. Eline sağlık

      YanıtlaSil
    4. Böyle bir seride fazla anlam aramaya kalkmışsın aslında çoğu haremde karakterlerin ebeveynleri iş için deniz aşırı ülkelerde oluyor.Bu serinin sevdiğim tek yanı iyi yazılmış diyaloglarıydı.Nisemonogatari ise harika bir fanservice serisinin ötesine geçemiyor.

      YanıtlaSil
    5. Bakemonogatari haremi bir kenara bıraktım, Araragi üzerinden erkeklere veryansın eden bir seri. Onun yaptığı seçim (iki kız arasındaki) zaten başlı başına harem kalıplarının tam zıttına düşüyor. Bu kadar bol içeriğe sahip bir animede "yeterince" anlam bulamadığımı bile düşünüyorum.

      YanıtlaSil
    6. Love&Roll'u gördümde söylemeden edemedim o Cencoroll'un kapanış şarkısıydı:/

      YanıtlaSil
    7. Evet hatta ben de bu serinin OST'sinde dinleyince bir şaşırmıştım. Her ikisinde de çalışmış Tomura Keiichi'nin bir etkisi olabilir, ne kadar araştırsam da Cencoroll-Bake arasındaki bağı öğrenememiştim.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi