• Lupin the Third - Sezon 2 - İnceleme



    1971-72 arasında yayınlanmış ilk serinin bıraktığı noktadan 5 yıl sonra başlayan ikinci sezon, karakterlere de aynı süreyi tanıyarak hepsini 5 yıl daha yaşlandırıyor ve ilk sezonda karakterleri ismen tanıtmanın ötesine geçememiş, bölümlük maceralardan oluşan altyapıyı ikinci sezon da aynen sürdürüyor ama tek bir farkla: 1977-80 arasında yayınlanmış ikinci sezon 155 bölüm gibi devasa bir proje olduğu için, 40 seneyi aşmış ve hala devam etmekte olan Lupin filmografisinin tam merkezinde duruyor.



    155 bölüm, her bölümünde farklı maceraları anlatan bir seri için ilk bakışta gerçekten ürkütücü. Tek bir bölüm izleyerek bile Lupin filmografisinin kemikleşmiş özelliklerini yakalayabilen bir izleyici için sıkıcı olma potansiyeli çok yüksek. Nihayetinde, Lupin'in her bölümde Fujiko'nun tatlı diline kanarak ve yanına da Jigen ile Goemon'u alarak bir soygun yapacağını ve çoğunlukla bu soygunu gerçekleştirdikten sonra da çaldıklarının ona bir türlü yar olmayacağını; üç kafadarın emellerine ulaşmak için hiç kimseyi öldürmemeye özen göstereceklerini; her taşın altından çıkan Zenigata'yı mütemadiyen alt edeceklerini ve bölümler arasında fiziksel bir bağ olmadığı için seriye dair herhangi bir süreklilikten bahsedilemeyeceğini izleyici zaten biliyor.

    Evet, filmografinin can damarı olarak görülebilecek ikinci sezon bunların hepsini harfiyen uygular. Goemon o müthiş katanasının keskin olmayan tarafıyla düşmanları madara eder, Jigen insanların ellerine veya silahlarına ateş eder, Lupin ise binbir zahmetle tasarladığı soygun planını gerçekleştirdikten çok kısa bir süre sonra çaldığını her ne olursa olsun bir şekilde kaybeder. Fujiko her fırsatta Lupin'in saflığından istifade eder, Zenigata elbette ki Lupin'i bir türlü yakalayamaz.

    Peki ama daha izlemeden sonu belli olan bu yapı neden filmografinin can damarıdır? Kara büyülere, zombilere, vampirlere, şeytana, Hitler'e, krallara, çatlak profesörlere, başka hırsızlara, kendi taklitlerine, Mine Fujiko'ya ve en önemlisi de Zenigata'ya kafa tutan Lupin bu kez neyi farklı yapmaktadır?



    Bu soruların bir esas, bir de yardımcı cevabı bulunmakta. Esasında, 155 bölümün getirdiği külfet her bölümde bariz bir avantaja döner. Karakter gelişimi ister istemez en üst seviyeye çıkar ve çetenin (Lupin-Jigen-Goemon-Fujiko) aslında beş kişiden oluştuğuna inatla vurgu yapar. Zenigata da Lupin çetesinin aklı başında, doğru yoldan çıkmayan temiz delikanlısı gibidir (üstelik -belki de- en sevilesi üyesidir). Lupin'i en yakın arkadaşı olarak görür, onun ölmesine veya başka biri tarafından yakalanmasına katlanamaz. Zenigata, bir arkadaş grubu içinde sürekli dalga geçilen o yalnız çocuktur.

    Seri bittiğinde hakkında en az şey bilinen ise yalnızca Lupin'dir. Jigen'in, Goemon'un geçmişlerine fırsat buldukça uzanan ikinci sezon Fujiko'nun ve Zenigata'nın mevcut zamandaki eylemleri üzerinden bu dört karakterin sınırlarını genişletir. Oysaki Lupin'in tek yaptığı, soygunları planlamak ve kadınların peşinden ağzı açık ayran budalası gibi koşturmaktır.

    Çok belirgin olmayan, satır aralarındaki birkaç cümleyle geçiştirilen lakin serinin tamamına yayılmış olan seinen ruhu ise yukarıda bahsettiğim "tek bölümlük maceralar" yapısının yansıttığı shounen ruhunu yutar. Jigen'in bir bölümde söylediği "Lupin'in hayranlarının yaşı da iyice gençleşti" sözü, karakterlerin de bir bakıma kendi farkındalıklarına vücut verir. Zenigata'nın "Bana hiç elleşme, bu bölümde benim rolüm yok" sözü de bu farkındalığa -her zaman olduğu gibi- mizahi bir boyut katar.

    Lupin karakteri seride belki de en zayıf kalmış karakterdir zira OST'de yer alan şarkıda da söylenildiği gibi Lupin bir süper kahramandır; maymunu andıran bir çirkinlikte, her kadına aldanan bir ahmaklıkta, çoğu zaman çaldıklarını hemen oracıkta kaybeden bir sakarlıkta ama tertemiz kalbiyle sonsuz bir karizmaya sahip olan bir süper kahraman.


    1 Görüş:

    1. Her şey tas tamam da Lupin'ı Lupin yapan en önemli şeyden Yuji Ohno'nun caz parçalarının seriye ne kadar yakıştığından bahsetmemişsin.
      Her kovalamaca sırasında çalan o müzikler insana o sahneyi adeta yaşatıyor. Benim aslında Lupin'da en çok hoşuma giden şeylerin başında bu geldi. Tom&Jerry'de hani ikisi de müziğin ritmiyle hareket eder ya. Lupin'da da aynı hissi alıyorsun.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi