• Uchuu Senkan Yamato - Sezon 2 - İnceleme



    İlk sezonun kaldığı noktanın bir sene sonrasında, 2201'de başlayan ikinci sezon daha en başından farklı bir atmosfer benimsediğini açılış şarkısıyla gösteriyor. İlk sezondaki açılış jeneriğinde, alev topuna benzeyen dünyanın kurak topraklarının altından havalanan ve adeta yeniden dirilen bir ölüye benzeyen Yamato, bu sezondaki jenerikte ise suyun altından gelip yüzeye çıkarak ve daha sonrasında da havalanıp uzaya kadar yükselerek gerçek bir savaş gemisi olduğunu hatırlatır gibi.



    Elbette, sezonun tek yeniliği Yamato değil. Yok olmanın eşiğinden dönmüş Dünya bir sene içinde hayli gelişip Güneş sistemi içindeki diğer gezegenlerden maden toplayacak ve Yamato'dan bile daha üstün donanıma sahip gemiler yaratacak seviyeye gelmiş durumda. Bu gemilerin serideki birincil örneği olan Andromeda neredeyse mürettebata gerek duymayan, ileri teknoloji ürünü bir amiral gemisi. Teknolojik üstünlüğü sayesinde hedefleme, ateşleme, gözetleme gibi pek çok önemli görevi insan gücüne gerek duymadan yerine getirebilen son derece gelişmiş bir gemi, dolayısıyla da insanlığın askeri/teknolojik açıdan geldiği son nokta.

    Yamato ile Andromeda arasındaki farklar üzerinden argümanlar yaratarak başlayan 2. sezon, Kodai'nin şikayet ettiği "yeni insanlık" üzerine de örnekler sunuyor. Daha 1 yıl öncesinde radyasyondan zehirlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve tüm umutlarını bilinmeze doğru yol alan Yamato'ya bağlamış insanlar artık makinelere güvenen ve hatta sırtlarını tamamıyla makinelere dayamış materyalistlere dönüşmüşlerdir. Sanayileşme iştahı insanları benmerkezci yapmış ve yalnızca kendilerini düşünen bireylere çevirmiştir.

    İnsanlığın kalkınması beraberinde hiyerarşiyi getirmiştir. İlk sezonda "Kaptan"ın komutasında bir ekip gibi çalışan Yamato mürettebatının yansıttığı insanlık artık emir komuta zincirindeki kümelere bölünmüştür. Fakat benmerkezcilikten doğan hiyerarşi -veya tam tersi- aynı zamanda insanlığı konformist bir haletiruhiyeye sokmuştur. Olası tehlikeler ancak ciddi tehlikelere dönüştüğünde dikkate alınır, aksi takdirde insanlara henüz dokunmamış yılanın yaşama süresi önemli değildir.



    Konformist hiyerarşik düzen ile gelenekselci Kodai arasındaki gerilim ikinci sezonun karakteristiğini oluşturur. Yine ilk sezonda olduğu gibi, evrenin Dünya'ya uzak bir noktasından alınan gizemli bir mesaj Kodai'yi harekete geçirir. Kodai'ye göre evrenin barışı, Dünya'nın barışı anlamına gelmektedir; yani insanlığın içine düştüğü materyalist tavırdan rahatsızlık duyan Kodai'ye göre evrenin (toplumun) huzuru sağlanmadan, Dünya'nın (bireyin) huzurundan bahsedilemez.

    İlk sezondaki yapıyı tamamen terse çeviren ikinci sezon, bu kez Dünya'ya doğru hızla yaklaşan bir kuyruklu yıldızı tehlike olarak seçmiştir. İnsanlar bu kez halihazırda toprağa sirayet etmiş radyoaktivitenin yarattığı yok olma tehlikesiyle yaşamadıklarından dolayı birlik olmak için de bir neden görmezler. İnsanlar ta ki tehlike kapıya dayanıp gerçekle yüzleştiklerinde harekete geçeceklerdir lakin bu hareket de panikten öteye geçmeyecektir.

    Diriliş temasıyla şekillendirilmiş ilk sezonun ardından varoluş teması üzerine kafa yoran Uchuu Senkan Yamato'nun 2. sezonu, 1978 yılında kendisinden 6 ay önce yayınlanmış Mirai Shounen Conan'da açıkça yerilmiş sanayileşme açlığının ve teknolojiye karşı gözü kapalı duyulan güvenin değişik bir yorumudur. Düşmanların farklı ten renklerine sahip ve teknolojik açıdan çok gelişmiş olmaları dışında insanlardan hiçbir farkları bulunmayan canlılar (geleceğin insanları) olarak resmedikleri Yamato, kendi Dünya'sındaki (1970'lerdeki) insanların konformist tutumlarını eleştirirken başlı başına teknolojinin gelecekte ne gibi felaketlere yol açabileceğini de gösterme açısından oldukça değerli bir örnektir.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi