• Versailles no Bara - İnceleme


     

    Dezaki Osamu ve Nagahama Tadao'nun yönettikleri 1979 tarihli 40 bölümlük bir seri olan Rose of Versailles, arka plan olarak seçtiği 1789 yılındaki Fransız Devrimi'ni kadınların perspektifinden anlatan bir anime. Babası tarafından bir erkek gibi yetiştirilen asilzade Oscar'ın başkarakter olarak seçildiği seri, ihtilalin 20 sene öncesinden başlayarak halkın başkaldırısıyla sonuçlanan ve insanlık tarihinde yeni bir çağı başlatan Fransız Devrimi'ni önce tumturaklı saraylarında lüks içinde yaşayan soyluların, sonra da bir somun ekmek için vücutlarını bile satmaya hazır ayaktakımının penceresinden yansıtıyor.

    Kurmaca olarak yaratılmış başkarakteri Oscar haricinde, kişi adlarına ve bölümlerde yaşanan gelişmelere varıncaya kadar tarihsel gerçekleri takip eden ve sahne geçişlerinde kullanılan anlatıcı bir dış ses sayesinde didaktik bir atmosfere bürünen Rose of Versailles, kurmacaya hemen hemen izin vermeyen tavrıyla Fransız Devrimi'nin adeta bir belgeselini sunarak yaşanacak gelişmelerde hiçbir sürprize yer bırakmıyor.


    Herhangi bir ansiklopediden kolaylıkla bulunabilecek bu bilgilerin sürprize yer vermeyen bir üslupla anlatılmasını ilginç kılmak içinse serinin asıl hedefi olan, özellikle de kadınların bakış açısından aktarılan ihtiras olgusu devreye girer. Serideki kadınlar tutkularının esiri olmuş; yeri geldiğinde bir erkek, yeri geldiğinde para için farklılaşabilen canlılardır. Saraydaki asiller, kontesler, kraliçeler ile köhne evlerde yaşayan fakir anneler, para için vücudunu satan âmâ genç kızlar arasında bu düzlemden bakılınca bir fark yoktur. Hepsini kontrol eden, onlara ölüme kadar eşlik eden içlerindeki ihtirastır.

    Bu ihtirastan nasibini almamış tek kadın ise kendini uzun bir süre boyunca erkek olarak tanımlayacak Oscar'dır. "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" sözüyle tanınan Marie Antoinette'in muhafızlığını yapan Oscar, babasının isteğiyle erkek olduğuna karar vermiş ve buna uygun biçimde ata binmeyi, kılıç kuşanmayı, dans etmeyi öğrenmiştir. Halkın başkaldıracağı ve ataerkil monarşik düzene karşı geleceği ihtilale kadar kendi cinsiyetini sorgulamayacak olan Oscar'ın; kadınların etken, erkeklerin ise edilgen rollerde resmedildikleri animedeki tek kurmaca kadın karakter olması ise manidardır. Oscar bir bakıma mangaka Ikeda Riyoko'nun hem 18. yüzyıl Fransa'sına karşı yönelttiği bir eleştiri hem de Rose of Versailles'ın shoujo karakteristiği için kullanılmış bir aracıdır.


    Bu shoujo karakteristiği, karakterlerin üzerinde yaratılan travmaların genellikle ajitasyondan beslenen bir tutumla izleyiciye de aksettirilmelerini amaçlar. Kötülerin büyük galibiyetler aldıkları, iyilerin ise şerefli beraberlikler olarak tanımlanabilecek galibiyetlerle avundukları gelişmeler Rose of Versailles'ın ağlatı ağırlıklı dramatik yapısını şekillendirir.

    Osamu'nun daha önceki işlerinde de (Takarajima, Ace o Nerae!) öne çıkan kartpostal karelerin yine en çarpıcı gelişme anlarında kullanıldığı Rose of Versailles, 18. yüzyıl Fransa'sının şatafatlı kraliyet yaşantısını olduğu gibi resmederken tek hayalî kadın karakteri Oscar'ı son ana dek dışarıda tutarak (ama o noktada da bünyesine alarak), Fransa'yı kaosa götüren insanların aslında kadınlar olduğunu vurgular. Tarihsel bir doğruculukla aktarılan gerçeklere yön veren kadınları yönlendiren ise uğrunda her tehlikeyi göze aldıkları ihtiraslarıdır.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi