• Chihayafuru - 27



    Kısaca, iki tane yepyeni sapığımız var. İlk bölümü ele geçirmiş Hanano Sumire ile sessiz sedasız bir köşede oturup kendini tanıtma fırsatı geldiğinde ağzının kenarlarını yalayan Tsukuba Akihiro.

    Sumire'yi az çok tanıdık: Sevgilisi tarafından terk edilmiş, tek amacı yakışıklı bir erkeği tavlamak olan ve bu sebeple de Taichi'nin peşine takılıp kendini karuta kulübünde bulan bir kız. Fakat bu hafta gördüğümüz üzere, Taichi'nin kendilerine bakmayacağını düşünen ve onun ilgisini çekmek için karuta oynamaya hiç kasamayacak olan sığ kızların aksine Sumire pek de öyle yüzeysel bir karakter değil. Çok değerli gördüğü pek çok özelliğinden amacına ulaşmak için feragat edebilecek türde inatçı biri.

    Tsukuba Akihiro ise farklı bir tür karuta oynayarak kendini geliştirmiş ilginç bir tip. Yalnızca güzel insanlara saygı duyan, her kazandığı karttan sonra aşırı sinir bozucu davranan, bir de ürkütücü bir şekilde ağzının kenarlarını yalayan bir tür geek. Elbette ki her iki yeni karakter de ilk sezondan alıştığımız kadronun eksiklerini kapatma açısından son derece gerekli. Sumire ilk sezonda bir türlü yüksek sesle söylenmemiş aşk temasını, Akihiro ise kulübün yakalayamadığı başarıyı beraberinde getirecekmiş gibi görünüyor.

    Derslere gelen kişi sayısındaki azalma yüzünden kartların yalnız kalacaklarına üzülen Chihaya, yeni gelen iki öğrencinin kalıcı olmaları için kendini paralarken nihayet kemik kadronun diğer dört üyesi de onun bu endişesine ortak oluyorlar.

    İlk sezondaki kadro bu seriyi sevme nedenlerimden biriydi. Hepsini ayrı bir mekanizmayı tetikleyen dişlilere benzettiğim ve bir araya geldiklerinde büyük bir çarkı tıkır tıkır döndürdüklerine inandığım bu kadroyu yine seviyorum ama Chihayafuru'yu asıl takip etme nedenim, onu her hafta yeni baştan keşfediyor olmamdı. Karutanın neden zevkli olduğunu anlamadığı için oynamaya devam eden Harada Hoca bana serinin bu özelliğini bir daha hatırlattı.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi