• Guilty Crown - 15-16



    Uzun zamandır yazma motivasyonumu kaybettim ve ilk fırsat bulduğum anda GC'nin son iki bölümünü izleyip hakkında bir şeyler karalamak istedim... yalnız gülme krizine girmem 4,5 dakika sürdü. Amacım bu değildi ama dalga geçmeden duramam. Haftalar boyunca bu serideki başkarakterin iki ileri bir geri tavrını eleştirdim, en sonunda bunu kanıksadım ve kabak tadı vermesin diye de fazla uzatmadım. İyi de yapmışım çünkü yepyeni malzemeler çıkmış.

    1- (15. bölüm) Japonların neden üçüncü tekil şahısla seslenmeye karşı özel bir garezleri var anlamıyorum. Tabii ki garez dersem yanlış yapıyorum ama madem böyle bir lisan var elinizde, niçin her cümlede aynı kişinin ismini zikredersiniz?! "Shu, ne yapmış?" "Shu'nun olayı neymiş?" "Shu bizi diskoya götürecekmiş." Yahu, bir es verin, bir nefes alın. Şu senaryoya bir müdahale edin!

    2- (15. bölüm) Shu önce bir posta ayar yer delikanlının birinden. Delikanlının seslendirme sanatçısı karaktere bayağı bayağı girmiştir. Sonra Shu bu ayardaki hatayı söyler, delikanlı 540 derece döner ve karakterin dışına çıkıp bambaşka bir karaktere dönüşür. Resmen transformasyon geçirir. Bari arabaya falan dönüşeydi, iyiydi...

    3- (15. bölüm) Robotların attığı füzelerden kaçan arabanın sağa-sola "kayması." Gidip bir araba yarışı oyunu alasım geldi.

    4- (16. bölüm) Sadece birkaç günde "Haşmetlim!" moduna geçip Shu'nun karşısında el pençe divan duruma gelen öğrenciler... Neyin kafası oğlum bu! Korkuyorsunuz, anladık da bu kadarı biraz abartı olmuyor mu?

    Tüm bunlar bir kenara, artık örneklerine daha önce yüzlerce kez rastlanmış "Güzellikle anlattım ama benim de tepemin tası attı! Hepinizin ağzını kırmaya geliyorum ülean!" ara gazı ile senaryo geliştirildi. GC için durum bundan ibaret: "Güleriz, eğleniriz ama fazla geçmeden çok moral bozucu, rahatsız edici şeyler de yaşarız. Bizim dünyamız da kahramanımız Shu gibi iki ileri bir geri sallanır. Asla sabit bir gidişatı, istikrarlı bir anlatımı yoktur."

    Bu seriyi sevip bana kızacak olanlara Lord of the Flies izlemelerini hatta biraz iyimserlik olacak ama okumalarını öneririm. Öyle intikam yeminimi ederim, psikopata bağlarım, atkıyı da doladım mı en kralı benim olmuyor...

    2 Görüş:

    1. Sadece ilk bölümünü izleyip "Shu" denilen karakter-siz-i tanıyınca bu seriyi sinirlerimin kaldırmayacağını anlamış ve noktayı koymuştum. Ne yaptığını anlamaya çalışırken, tanımaya uğraşırken allak bullak oldum; sanki bir ilk bölüm değil de son bölümdü...!!! Böyle oturaksız bir senaryoyu içlerine sinerek izleyiciye sunan senaristlerin kafası Shu'dan bile daha karışık olmalı. 1 bölüme o kadar dengesizlik sıkıştırdılarsa kalan bölümlerde neler yapmışlardır yazından anlaşılıyor.
      Sana sabır diliyorum sevgili dostum : )

      YanıtlaSil
    2. Hahaha :D Teşekkür ederim, gerçekten gerekiyor o sabırdan.

      Aslında bilerek her sezon bir tane günah keçisi seçmeye çalışıyorum ama GC sürpriz yumurta çıktı. İşin tuhaf yanı, çok kötü bir seri diyemem çünkü Production I.G. senaryo ve yönetim hariç her departmanda yüksek bir kalite sunuyor ama işte o senaryo ve yönetim yok mu... Sanki her bölümün belli parçalarını (misal 4-5 dakikasını) farklı insanlar yazıyor, farklı insanlar yönetiyormuş gibi. Bu kadar dalgalı bir düzen(sizlik) benim de feleğimi şaşırtıyor. Yönetmen ve senarist olarak bundan sonra kimleri takip etmeyeceğini öğrenmek için izlemeni tavsiye ederdim ama sana bu kötülüğü yapmak istemiyorum :p

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi