• Ano Natsu de Matteru - Aquarion Evol - Danshi Koukousei no Nichijou - Inu x Boku SS - Papa no Iukoto o Kikinasai



    Yeni sezonda başlayan animelerin ilk bölümlerini izledikten sonra hangilerini takip edeceğime dair izlenimlerimin yer aldığı yazıda beni hiç şaşırtmayan bir J.C. Staff çalışması Ano Natsu de Matteru, anime mi yoksa bilgisayar oyunu mu kıvılcımını yakan Aquarion Evol, klişeler katili - Danshi Koukousei no Nichijou, kendini kendinden koruyan Inu x Boku SS ve orta halli bir üvey-ensest ilişki olan Papa no Iukoto o Kikinasai serilerine yer veriyorum.

    Ano Natsu de Matteru

    AnoHana'nın bir benzerini mi yapacaklar acaba, diye gerçekten bir ara korkmuştum. Yönetmeni ve onun renk paletiyle anlatım tarzını araklamış olsalar da neyse ki J.C. Staff konuyu AnoHana'dan araklamıyor. Ve elbette ki özgün bir konuyla da çıkmıyor, yalnızca araklayacağı seriyi değiştiriyor (bk. Onegai Teacher, 2002). Bu stüdyodan kelimenin tam değil, her anlamıyla nefret ediyorum. Mümkünse batsınlar ve idari kuruldaki hiç kimse bir daha sektör içinde çalışmasın istiyorum. "Hatırlandığın sürece yaşarsın" gibi ilginç cümlelerle (gerçi bu da Lain'den arak ama artık kamu malı sayıldığından hadi neyse...) ve bir nebze de olsa AnoHana tarzına yakın duracak bir anime beklentisiyle izlemeye başladığım için inceden bir memnuniyet yarattı ilk bölüm ama bölümün kapanışındaki "ah bir anda havlu da açılmasın mı, şimdi seyreyle cümbüşü" misali espriler benim ilgimi epey dağıttı. Bunlara da gülen, iki boyutlu çizimlerin görünmeyen dolgun göğüsleriyle tatmin olacak bir kesim elbette ki vardır ama ben o kesimde değilim. Bu seriye ancak uzaktan bir göz atarım ama her hafta yazmaktan daha önemli işlerim var; mavi saçlı bir kızın ve bir oğlanın bulunduğu okula kırmızı saçlı bir kızın gelmesine şaşıran grimsi saçlı başkarakterin hangi senarist tarafından yazıldığını araştırmak gibi. Hey gidi hey...

    Aquarion Evol

    7 yıl önce yayınlanmış ilk seriyi izlemediğim için hikaye hakkında hiçbir fikrim yok, bu yüzden de şu izlediğim 42 dakikalık ilk (iki) bölümden hareketle bir içindekiler listesi yapmak istiyorum: Hayli bol ve yer yer gereksizce kullanılmış CGI, bazen unutulan bazen de unutulduğu belli olmasın diye kondurulmuş idare eder müzikler, türlü çeşitli kahramanlık klişeleri (tam galip gelmek üzereyken öldürmeyi erteleyen kötü karakter, bağırarak her türlü durumdan kurtulabilecek kadar güçlü başkahraman, başkarakterin canı sıkılmasın diye yerleştirilmiş tam yancı bir hatun vb.); şehir atmosferini gayet iyi yansıtan çizimler, vasatı yakalamış seslendirmeler ve ilgilenen kişinin merakını cezbedecek kadar detaylandırılmış bir hikaye. Anlaşıldığı üzere, hem mecha özürlüsü olmamdan hem de daha ilk bölümden bu kadar dışlanmış olmamdan dolayı ben bu seriyi yazmayı düşünmüyorum, gerçi projenin başında Kawamori Shouji gibi bir usta var ama kısmet değilmiş.

    Danshi Koukousei no Nichijou
    [Daily Lives of Highschool Boys]

    Görünen o ki, yayınlanan 8 tane ön gösterim bölüm aslında orijinal bölümlerin parçalarıymış. Olsun, sonuçta birkaç tane farklı skeçin bulunduğu bölümlerden meydana gelen bir seriymiş DLHB. Kendiyle, yapımcı firmasıyla ama en önemlisi de anime klişeleriyle dalgasını geçen serinin mizahını ben sevdim. Fazla abartmadan, basit ama etkili, az ama öz esprilerle işi götürmeye çalışıyor ve hiç de fena gitmiyor. Özellikle koldan tutup koşmaca ve nehre bakıp ciddi konuşmaca kısımları çok hoşuma gitti. 12 bölüm süreceği için haftalıkla uğraşmak yerine bitince görüşmek daha işime gelir.

    Inu x Boku SS

    Level E ve Ben-Tou'nun ardından David Production'ın daha iyiye gitmesini beklerdim, oysa bariz şekilde bir gerileme söz konusu. Inu x Boku SS hem animasyon kalitesi hem de özgün konu açısından hayli sıradan bir anime intibası uyandırıyor. Lolicon kızımızın daha ilk bölümden pasladığı frikikler ve cengaver korumaların dönüştükleri... "şeyler" (şimdilik böyle demek lazım) benim zerre kadar ilgimi çekmiyor. Başkarakterin gece nöbetlerindeki kabuslarda yalnızca çocukluğundaki dışlanmışlığı görmediğini düşünmek istiyorum, aksi takdirde 10 çocuktan 9'unun başına gelen bu minik travmadan beslenen bir serinin farklılık yaratmak için 1286 bölüme ihtiyacı olabilir.

    Papa no Iukoto o Kikinasai
    [Listen to Me, Girls, I'm Your Father!]

    Ablası ve eniştesinin bir anda ortadan kaybolmalarıyla birlikte Segawa, orta okula giden Sora’ya, 5. sınıfa giden Miu'ya ve anaokula giden Hina'ya 12 metrekarelik dairesinde bakmak zorunda kalır. Yani, işte öyle bir şey... Bilindik "küçük çocukları cinsel obje yerine koyarken fazla da çaktırmama" mantığının bir diğer ürünü olan Papakiki fazla da sıradan görünmemek uğruna kadrosuna reşit, çok güzel ama hafif sadist bir kız katıyor. Şahsen ecchinin böylesinde midem kalktığı için bu tür animeleri izlemiyorum.

    2 Görüş:

    1. Danshi Koukousei no Nichijou'yu kaçırma derim ben. Bugün 2. bölümü izledim ve gerçekten çok komik. Özellikle animelerdeki klişelerle dalga geçmeleri bana Leyla ile Mecnun dizisi kadar zevk veriyor.

      YanıtlaSil
    2. Bir veya birkaç animeyi doğrudan hicvetmek yerine sadece anime klişeleriyle dalga geçmeleri benim de hoşuma gitti. Komedi ve aksiyon serilerini yazarken çok zorlandığım için haftalık bloglamayacağım ama ben de çıktığı gün izleyenlerdenim :)

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi