• İzlenimler - Nisan(4) - A Channel The Animation, Dororon Enma-kun Meeramera, Maria Holic Alive, Sekaiichi Hatsukoi, Softenni


    A Channel The Animation

    Hikayemiz dört lise arkadaşı kızın başlarından geçenleri anlatır: Hoppa Run, dengesiz Tooru, fıstık gibi hatlarına rağmen çekingen Yuuko ve bilge ayaklarındaki aklı başında Nagi. Tooru ile Run çocukluktan beri arkadaştırlar ve Tooru aynı liseyi kazanmak için çok çalışır. Sonunda aynı okula girdiğindeyse Run'un etrafındaki arkadaşlarını kıskanır. Özellikle de Yuuko bu kıskançlıktan bölüm boyunca çok çeker. Neredeyse 17 dakikalık açılış bölümünde OP+ 2 ED birden verdikleri için animenin malzemesinden daha şimdiden şüphe etmeye başladım. "Bu ikisi çok iyi anlaşıyorlar değil mi" geyiğinin de en az 5 kere tekrarlandığını varsayarsak sıkıcı tekrarlarla dolu bir komedi görüntüsü çiziyor. K-On'a çok benzediğinden olsa gerek bir umut vardı ama hiçbir şekilde bloglamayacağım.

    Dororon Enma-kun Meeramera

    1973’te yayınlanan serinin yeniden çevrimi. İnsanların ruhlarını ele geçirmek isteyen iblisler cehennemden dünyaya gelmektedir. İlk bölümde öğrencilerin suratlarını yutan bir canavar görürürüz. Harumi de o öğrencilerin arasına katılmaktan son anda bir kappa tarafından kurtarılır. Kapael ismindeki bu kappa hanım kızımızı bu iblisleri tutuklamak için
    dünyaya gönderilen Demon Patrol ile tanıştırır. Buzlar kraliçesi Yukiko, Kapael, Enma ve Enma'nın şapkasından oluşan bu grup da cehennemden gelmiştir ancak onlar diğer iblisler gibi insanlara zarar vermemektedirler. Daha ilk bölümden çizimlerin ne kadar kaliteli olduklarını hesaba katarsak prodüksiyona gerçekten çok para harcandığı belli. Yer yer Miyazaki filmlerindeki havayı aldım desem çok az abartmış olurum. Komedi olaraksa biraz bel altı espriler, biraz durum komedileri sıkıştırılmış olsa da genelde komik ve eğlenceli bir bölümdü. İblisler, süper güçler, komiklikler, şakalar falan işte. Hoş bir seyirlik gibi duruyor.

    Maria Holic Alive

    Erkeklere karşı bir fobisi olduğu için kız okuluna giden Kanako kaderindeki yuri partnerini bulmak istemektedir. Kriterlerine uyan çekici Mariya ile tanışır. Mariya’nın tek kusuru kız gibi giyinen sadist bir erkek olmasıdır. Valla ilk bölüm buysa geri kalanı ve öncekileri tasavvur edemiyorum. Güya komedi ama hiç gülmedim. Lezbiyen bir başkarakter herhalde insanlara cazip gelmiş olsa gerek lakin ben bu serinin tek saniyesini bile izlemek istemem. Sürekli "Neeeee?!" diye bağırıp kurduğu fantezilerle burnundan kan fışkırtma dışında hiçbir özellik taşımayan bir başrolle işim olmaz.

    Sekaiichi Hatsukoi

    Hikayemiz, babasının yayıncılık şirketinden Marakawa Shoten’e geçiş yapan Onodera Ritsu’yu anlatıyor. Shoujo manga bölümünde işe başlayan delikanlı burada bölüm şefi Takano Masamune ile tanışır. Anime, ortak bir geçmişe sahip yeni manga editörü Onodera ile zalim şefi arasındaki gerilimi aktarmaktadır. Bishounen türünün bir başka örneği olan Hatsukoi "belli" bir kitleye hitap etse de benim ilgimi çekmediği kesin. Komedi zayıf, karakterler klişe, Bakuman'dan sonra bir başka manga stüdyosu görmeye tahammülüm yok vs. Büyük ihtimalle Onodera ve Takano arasındaki usta-çırak ilişkisi zamanla serpilip romantizme dönüşecektir, o da ancak meraklıların bileceği iş.

    Softenni

    Soft Tenis Ulusal Şampiyonası'na hazırlanan 4 kızın hikayesini anlatan seri komedi ve ecchi türlerinin dışına çıkmıyor. Annesiyle birlikte çiftliklerinde yaşayan Asuna her gün okula gelip antrenman yapmakta. Disiplinli arkadaşı Kotone, son şampiyonasına hazırlana Chitose ve şimdilik sadece "tuhaf" diye tanımlayabileceğim Kurusu'dan oluşan ekibin başında aklı bir karış havada bir antrenör bulunmaktadır. İşin ecchi kısmında genelde bildik fanteziler bulunmakta: Tentacle sarışı, antrenör-öğrenci ilişkisi vs. gibi basit ve klişe metotlar uygulanan anime bu sezon çıkan diğer ecchilerin yanında bir hayli sönük kalmış. Sanki kızların tenis kariyerlerine daha çok odaklanacakmış gibi gözüküyor. Takip etmeyeceğim.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi