• Kimi Ni Todoke - Sezon 1



    Çirkin ördek yavrusundan kabak çiçeğine

    Hikayeyi biliyoruz: Çekingen ve asosyal bir kız, girişken ve popüler bir oğlan. Sayısız kez dinlenmiş ve izlenmiş bu hikayeye Kimi Ni Todoke farklı bir yorum getirmiyor. Aksine türün klişelerini alabildiğine kullanıyor ve başkarakterlerinin dile gelip birbirlerine açılmalarını elinden geldiği kadar geciktiriyor. Korku filmlerinden çıkma görünümlü Sawako'nun etrafında dönen anime bu kızın yıllar içinde çevresine zoraki olarak ördüğü kabuğu kırışının bir öyküsü. 15 yaşındaki Sawako etrafındaki herkes tarafından uğursuz, korkunç, lanetli olarak görülüyor. Kızın bu durumu kabullendiğini ve bu alayları "umursamama" taktiğiyle bertaraf ettiğine şahit oluyoruz.

    Sosyalleşme tecrübesi sıfırın altında seyreden Sawako'nun önce arkadaşlığı, ardından dostluğu, son olarak da aşkı deneyimlediği seride tüm bu kavramlar hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan kızımız cehaletin verdiği desteği de yanına alarak oldukça komik sahneler yaratıyor... lakin bu sahnelerin yaratılma tarzları tesadüfi olmaktan ziyade suni bir zorlama hissi veriyor. Zaman içinde kabak çiçeği gibi açılan Sawako ilk olarak hemcinsi iki arkadaş ediniyor. Benim için seride izlemesi en keyifli karakterler Yano ve Yoshida "normal insan" hatta dedikodulara kulak asmayarak "yetişkin" örneği olarak karşımıza çıkıyorlar. Onlardan arkadaşlığı öğrenen Sawako başlarda tökezlese de zaman içinde kızların insanüstü destekleriyle sosyalleşiyor ve sıradaki adıma geçmeye hak kazanıyor.


    Sawako içinde bulunduğu ortamlara yabancı kalırken kendine ait de fazla bilgisi bulunmayan, sıradan bir ergen gibi resmediliyor. Bu açıdan baktığımızda onun da aslında bir yerinden "normal" klasmanında yer bulduğunu görebiliyoruz. Ne durumda ne hissetmesi, ne söylemesi, nasıl susması gerektiğini bilmeyen kızımızın yaşadığı tereddüt anları da haddinden fazla chibi ile yumuşatılmaya çalışılıyor. Ne zaman ki Sawako kendini olayların akışına kaptırmışken bir anda geri çekiliyor, işte o anda durumu olduğundan naif bir hale getirmek için chibi saldırısına maruz kalıyoruz. Serinin bu yaklaşımı da yaratmak istediği toz pembe havayı daha da koyulaştırıyor. Her adımda daha da koyulaşan pembelik bir noktadan sonra etkisini tabii ki yitiriyor ve tekdüzeleşiyor. Sawako'nun nasıl tepki vereceğini diyalogların içerisinde az çok kestirebilir bir hale geliyorsunuz.


    Sıradaki adımdaysa serinin dayanak noktası aşk bulunuyor. Sawako yine etrafındaki insanların ilişkilerine odaklanarak aşkı öğrenmeye ve hatta "deneyimlemeye" çalışıyor. Bu rutini sırasında arada bir sözlüğünden kelimelerin anlamlarına bakmasıysa bana göre serinin içinde saklanmış en muhteşem detay. İnisiyatif kavramından henüz haberdar olmayan Sawako'yu her sıkıştığında sözlüğe yönlendirmek onun karakterini belki de 10 saniyede özetlemeye yetiyor ama etkisi tüm seriyi kaplıyor. Kızın cehaletini hep başkalarından (sözlük veya arkadaşları) kapama çabası sezon boyunca yaşayacağı tecrübelerin hepsini çok değerli kılıyor. Nihayetinde Sawako -az da olsa- inisiyatif almayı başardığı anları bize tattırıyor ve yapımcıların nihai amaçlarına ulaşmalarını sağlıyor.

    Yazının çoğunluğunda kötülediğim animenin bu kadar başarılı olmasında inkar edilemez bir özelliği bulunuyor: Bu seriden nefret etmek mümkün değil. Beğenmemek veya başarısız bulmak elbette olası ama temelinde kendinizi iyi hissettiren bir anime Kimi Ni Todoke. İzlerken şapşal bir gülümseme suratınızdan eksik olmuyor ve izlediğinizin gerçeklikten uzak kaldığını bilseniz dahi pamuklara sarmalanmış bu "rüyayı" takip etmek hoşunuza gidiyor. Hayatının bir noktasında aşkı tatmış, tatmakta olan veya tekrar tatmayı şevkle bekleyen insanın böylesi bir animeden soğuması inanın imkansız. İşin içinde biraz ajitasyon bulunsa da insanın böyle serileri de izlemeye ihtiyacı var, zaten bu yüzden maratona çok müsait bir tempoda sonunu getirebiliyorsunuz (2,5 günde bitti). Bir oturuşta 10 bölüm izleyip hiç sıkılmıyor, aksine daha fazlasını izleyebilecekmiş gibi hissediyorsunuz. 2. sezon başlayalı 1,5 ay geçmiş, artık bu sezonun bitiminde başka bir yazıda görüşmek üzere şimdilik benden bu kadar.


    p.s. Fark edildiği üzere terazinin diğer kefesindeki Kazehaya'dan hiç bahsetmedim çünkü 15 yaşında olup yeryüzünde nefes almaya devam eden öyle bir erkek yok.

    3 Görüş:

    1. p.s. Fark edildiği üzere terazinin diğer kefesindeki Kazehaya'dan hiç bahsetmedim çünkü 15 yaşında olup yeryüzünde nefes almaya devam eden öyle bir erkek yok.

      Güzel bir noktaya parmak basmışsın :). Fakat şöyle bir durum var ki; böyle bir erkek olsa, animedekinin aksine yüzüne bakan olmaz. Hatta okulun maskotu haline getirilir ve alay konusuna dönüşür. Böyle bir zamanda Kazehaya gibileri varsa da zorunlu olarak kendilerini değiştirme yönüne gidiyorlar.

      YanıtlaSil
    2. Hormon yağmuruna maruz kalmış bir çocuğun bu kadar nezaket ve anlayış sahibi olması bana çok yapmacık geldi. Yetişkinlerin sahip olmadığı bir olgunlukta takılıyor. Ryu misal daha gerçeğe yakın bir delikanlı. Nihayetinde serinin de gerçeklerle pek ilişkisi yok, süslü bir "love story" sunmak tek amaç. Eh, izlenme oranlarına göre bunu da yapmışlar.

      YanıtlaSil
    3. vay be demek insanlar bu kadar çabuk bitirebilmişler bu animeyi. ikinci sezonun beşinci bölümünde uyuduktan sonra animeye devam etmek için cesaretimi toplamam yaklaşık bir yılımı aldı ve devam ettim. ne var ki altıncı bölümün ilk on dakikasını izleyebildim. bir yıl daha geçsin bitiricem inşallah (:

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi