• İzlenimler - TEMMUZ (2) - Densetsu no Yuusha no Densetsu, High School of the Dead, Kuroshitsuji II, Seitokai Yakuindomo, Shufuku no Campanella



    Densetsu no Yuusha no Densetsu


    Hem bilgisayar hem de masaüstü RPG oyunlarına saygım var. Aralarında kalbimi fetheden yapımlar da mevcut ama iş görsel sanatlara geldiğinde Ben X dışında tutan bir proje hatırlamıyorum. Hadi animelerde oyun fanlarınca sevilen birçok RPG uyarlaması çekilmiş olabilir ama Densetsu'yu RPG fanları bile kurtaramaz gibime geliyor. Bu kadar aksiyona rağmen normal zamanda kötü denebilecek animasyon bu seride tam bir felaket. Ağızlar sadece açılıp kapanıyor, üstelik sanki bunu bertaraf etmemek istermişçesine kasten yakın çekim yapılmış. Kahramanlarımız Reiner bir Mage, Ferris ise Warrior. İkisi arasında Ferris'in üstünlüğü göze çarpıyor. Biraz mizah, bolca aksiyon, yaratıklar, devler, büyüler vs. demesine rağmen beni daha ilk bölümden nasıl soğuttu bilmiyorum ama bir şekilde takip etmek istemiyorum. Zaten o kadar çok yapım gösterime girmişken Densetsu tarafından elenecek bir seri de animenin yüz karası falan olmalı.


    High School of the Dead


    İşte sezonun en ilgi çekici animesi. Lise kapısına bir adam gelir ve onu kovalamaya çalışanlardan birini ısırır. Isırılan kişi bir başkasını ısırır... Herhalde nereye varacağımı anlamışsınızdır. Zombilerin istilası sonucu şehir bir anda katliam yerine döner. Lise öğrencilerinden Takashi bu kıyıma ilk tanık olandır ve küçüklükten beri aşık olduğu Rei'yi sınıfından tuttuğu gibi çıkartır. Atmosferi bayağı iyi ayarlayan yapımcılar o panik sahnesini fevkalade kotarmışlar. Ne hemen çığlıklar atan öğrenciler var ne de hiç sallamayan tipler. İkisinin arasını yakalamışlar ve herkesin panikle ne kadar bencilleşebileceğini iyi yansıtmışlar. Seriyle ilgili beni sıkan tek özellikse ecchi içerik barındırması, hem de gözümüze sokan cinsinden. Gögüslerinin üzerine yatıp uyuyan bir kız var, daha ne diyeyim ki? Katlanabilirsem ve altyazıları düzenli çıkarsa haftalık süreçte incelemek istiyorum.


    Kuroshitsuji II

    Ben ilk seriyi izlemedim, açıkçası bu saatten sonra da sırf 2. sezon için izleyesim yok. Mega uşakların yemek bıçakları ve çatallarıyla kapışmalarını izlemek beni pek sarmıyor. Elbette ki seri bu kadar basitçe özetlenemez. Genç efendilerin iç dünyalarındaki duyguları ve birikimleri cezbedici olabilir. Alois Trancy'nin daha ilk bölümden piç kurusu olduğunu hazmetmek istemiyorum. Her bölümde "bu çocuğa kim/ne zaman Allah ne verdiyse dalacak!" diye sinirden köpürmeye hiç niyetim yok. Belli ki sosyopat bir şımarık velet ve onun karizma uşağı seriyi götürecekler. İlk sezonunu izlemediğim dizilere de sonradan başlayınca hep o eksiklik hissediliyor.

    Seitokai Yakuindomo

    Bir başka harem serisi. Hem de bu seferki resmen kör göze parmak misali. Kızlar okuluna düşen Tsuda Takatoshi bir sürü kızla çevrili durumda kalır. Elbette ki kızlar kendi alanlarında birer manyaktırlar ve daha ilk günden sapıtmaya başlarlar. Tsuda muhtemelen o okuldaki en aklı başında öğrenci olduğundan önce biraz yadırgar, daha sonra da sularına gitmeye çalışır. Öğrenci birliğinin yardımcı başkanı olan Tsuda bu harem içinde cenneti mi yoksa cehennemi mi tecrübe edecek? Serinin etiketlerinde ecchi yok ama sanki ucundan dolanacaklar gibime geliyor. Cinsel içerikli espriler görüntüler açık edilmeden bizlere sunulacak. Yine haftalık periyotta bu blogta yer vermeyeceğim ama B Gata H Kei gibi çıksın diye zayıf bir ümit taşıyorum.

    Shufuku no Campanella

    Erotik oyunlar yapımcısı Windmill'in bir başka projesi olan Campanella ilk bölüm itibarıyla sıradan bir harem serisi mantığında gideceğini belli etti. Koca bir bölüm boyunca yakışıklı Leicester ve etrafında sürekli artan kadınlar topluluğu izledik. Annesinin Leicester'a sürtündüğü sahnelerde ben bu serinin 2. bölümünü bile izlemeyeceğime karar vermiştim. 7 yılda bir yaşanan meteor yağmurunda Minette isimli kız dünyaya (veya her nereyeyse) düşer ve Leicester'ı babası olarak görür. Böyle seriler o kadar prefabrik bir yapıya sahipler ki meraklısının bile ancak canı sıkılınca 10-15 bölüm falan izleyerek tatmin olabileceğini düşünüyorum. Benim ilgimi hiç çekmiyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi