• Fullmetal Alchemist: Brotherhood - 2





    The First Day

    Edward ve Alphonse'un çocukluklarına ve elim kazaya döndüğümüz bölümde olayların gelişimini daha yakından inceleme fırsatı buluyoruz. İlk sezonda da böyle bir bölüm vardı diye hatırlıyorum. Yeni seriye daha farklı beklentilerle başlamış olmama rağmen böyle tekrarlar canımı sıkıyor.

    Trene atlayıp eski bedenlerine dönmek için bulduklarını ipucunu değerlendirmeye giden biraderlerden Edward geçmişe, simya yapmaya ilk başladığı zamanlara döner. Hocalarıyla olan çalışmaları, evdeki kitapları hatim etmeleri, annelerinin vefatı yeniden gözünün önüne gelen Ed tüm bölüm boyunca hatıralarında gezinir. Kaza sırasında geçtiği öteki boyutta Tanrı ile ufak bir muhabbet geçiren Ed simyanın en uç noktası olan insan bedeni dönüşümüne bir adım kala o paranormal diyardan uzaklaştırılır. Bunları zaten ilk sezondan biliriz. Yine de buradaki animasyonun hakkını vermemiz gerekli.

    Kardeşlerin orduya kadar olan gelişimlerini de inceden aktaran bölümde Edward'ın orduya kabul edilişteki sınavda yediği naneleri görürüz. Hava basarak Kumandan'a saldırışında ağzının payını alan Edward yine birçok farklı chibi eşliğinde durumu komikleştirir.

    "Filler bölüm" tabirinden hoşlanmayan ve bunu kabul etmeyenler için bile son derece yavan bir bölüm sonlanır. En azından önceki bölümden kalan Isaac McDougal hesabını da işlemekten geri kalmayan senaristler bu bölümdeki kolaycılıklarını bir nebze de olsa kapatmayı başarırlar.

    1 Görüş:

    1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi