• Ano Natsu de Matteru


     

    2011 yılındaki AnoHana ile başarı yakalayan yönetmen Nagai Tatsuyuki'nin J.C. Staff ile işbirliği içinde yürüttüğü Ano Natsu de Matteru iki kız ve iki erkekten oluşan arkadaş grubuna bir uzaylının ve ukala bir kızın katılmasıyla birlikte çokgenlere dönüşen aşk hikayelerini konu alıyor. Yaz tatili boyunca eski bir kamerayla film çekmek isteyen başkarakter Kirishima Kaito'nun aniden Ichika'ya vurulmasıyla birlikte diğer karakterlerin de bastırdıkları duygular gün yüzüne çıkmaya başlıyor.


     

    Tam anlamıyla bir "... dermişim" animesi Ano Natsu. "Seni seviyorum... dermişim," "Senden hoşlanıyorum... dermişim" gibi cümlelerin alt metinlerde bolca sarf edildiği bir yapım. Karakterlerin hepsinin bir şeyler söyledikleri, sonra da dediklerinden utanıp sözlerinin o anlama gelmediklerini ispat etmeye ugraştıkları, bunu yaparken de seyirciyi oyalamaktan öteye gitmeyen çok yavan bir anime. "Aşkını itiraf etmeye çalışma ve bu gayret süresince tereddütler yaşama" durumu serinin tamamına hakim. Neredeyse animenin tamamını hangi karakterin cesaretini toplayıp sevdiği kişiye açılabileceğini izleyerek geçiriyoruz.

    Bu tedirginlik macerası bir noktadan sonra sıkıntı vermekten ve kendini tekrarlamaktan öteye gidemiyor. Fakat Ano Natsu bu ürkeklikten faydalandığı yetmezmiş gibi bol bol gereksiz fanservice kullanan, tek satırlık konusunu lastik gibi uzatan, paylaşılamayan erkekleriyle feci şekilde sıradanlaşan bir anime olmaktan da gocunmuyor. İzleyeni bir anda dumura uğratan karakteristiğinden ise asla vazgeçmiyor.

     
     

    Mesela bu animede karakterlerden biri aniden sahneden çıkıp ortadan kaybolabiliyor. Fakat "çok acil bir işim çıktı, ben gidiyorum" kayboluşu değil bu. Bir karede varken diğer karede olmayabiliyorlar. Doğa üstü güçlere inandıracak kadar hızlı bir şekilde yok oluyorlar. Tetsurou'nun 7. bölümdeki aşk üçgeni sahnesinde Chiharu isimli yan karakter bir anda sırra kadem basıyor. 6. bölümde film çekilirken grubun 10 metre ötesindeki Kaito ile Kaori'nin gittiklerini kimse fark edemeyebiliyor. Bu gibi tuhaf detaylar "İşte J.C. Staff kalitesi bu!" diye bağırma isteği uyandırıyor insanda.

    Animedeki karakterler gündelik hayatlarında her gün bir uzaylıyla karşılaştıkları ve ona aşık olmayı garipsemedikleri için son derece mantıklı davranışlar sergiliyorlar... genelde. Tabii inşa edilen bu mantık bile J.C. Staff'ın "incelikli" hamleleriyle hiç ara vermeden bozulmaya başlıyor. "Uzaylıymış aslında. Gerçekten çok şaşırdım" gibi hayatında daha önce pek çok uzaylıya rastladığı için bu seferkinin uzaylı olduğuna şaşırabilen muhteşem karakterler seri boyunca kendi sevdikleri ama bir başkasına aşık olan arkadaşlarını yüreklendirmek için kendilerini paralıyorlar. Nihayetinde ise AnoHana'nın altyapısını taklit etmiş ama onun anca kötü bir çakması olabilmiş ikinci sınıf bir anime ortaya çıkıyor.

    3 Görüş:

    1. İlk bölümde biraz meraklanıp, heycanla devam etmiştim ama 6. bölüme kadar bile zor taşıdım kendisini. Yine de devam etmeyi düşünüyodum, bu yazıdan sonra o isteğim de kaçtı. Artık rafa kaldırırım, belki bi gün açar bakarım tekrar.

      YanıtlaSil
    2. Ano Natsu, Ano Hana'nın değil çakması tırnağı bile olamaz bence. İlk önce şunu söylemek istiyorum, o kırmızı kafalı kız ve Kaito kadar sinir bozucu baş karakterler görmedim ben. O Kaito'nun nesini paylaşamıyorlar biri bana açıklasın.
      Uzaylıyla arasında "seviyor ama söylemiyor" durumuyla insanı aptal yerine koydu diyebilirim. Hele hayalet gibi birdenbire ortadan kaybolanları saymıyorum bile. "Belki arkadaşlar arası duygu karmaşası yaratır bir de uzaylı hatun koyar, daha sonra ucundan bir fan-service ile tadından durulmaz." Bu şekilde bir mantıkla ilerlediğini düşünüyorum.

      YanıtlaSil
    3. Yorum yapmaya bile değmeyecek bir anime bu aslında ama, özetlemek gerekirse, izlerken yapımcıların şu şekilde bas bas bağırdıklarını duyabiliyorsunuz: "Biz anime yapmayı bilen bir grup insanız, bu seferki projemiz olarak da insanların kalbine dokunacak, son derece sanatsal bir anime yapacağız ama nasıl öyle bir konu yapacağımızı bilmiyoruz... Olsun be o da dert mi, olabilecek bütün klişeleri toplayıp dolduralım, zaten aşk üçgeni her türlü tutuluyor biz bir de aşk ongeni yaparsak tutulmaması imkansız."

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi