• Kill La Kill - 08


    Geçen haftaki aşırı aceleci tempodan sonra Kill La Kill bir kez daha saçmasapanlıkta sıınır tanımayan bir tempoya sahip olduğunu kanıtlama peşinde. Aslında bölümlerde inanılmaz aydınlanmalar veya serinin gidişatını kökten etkileyecek gelişmeler yaşanmıyor hatta bölümleri izlerken sanki hiçbir ilerleme kaydedilmemiş gibi hissediyorum ama jenerik akmaya başladığında fazla dallı budaklı bir yapı gördüğümü fark ediyorum... yine de gereğinden biraz "fazla".

    Gamagoori'nin şehvetli bir mazoşist olması ve peşi sıra iki kez zirve yapması :) hayli eğlendirici detaylar. Satsuki'nin de zorda kalan çocuğa yardım etmesi birkaç hafta söylediğim gibi onun aslında bir antagonist olmadığının pekiştirilmesi anlamına geliyor. Peki bu fettan ablanın şehir çapında bir anarşi yaratıp herkesi birbirine kırdırması ve geriye 5 kişi bırakması ne anlama gelmeli? Şiddet yoğunluklu bir anarşi elbette doğal seleksiyonu hızlandırır ama Satsuki gibi bir diktatör niye hükmedeceği halkından kurtulmak istesin?

    Aklıma tek bir cevap geliyor: Elitlere gerek duyulan başka bir düşman. Serinin bu kadar abuk bir tempoda seyretmesi, sanki her bölümünü finalden öncesiymiş gibi süratlendirmesi çok uzun bir girizgahı andırıyor. Ryuuko'nun elitlerle dövüşmesi, Satsuki'nin mutlak kuvveti, militer toplum sınıflandırması...  Bunların hepsi yalnızca tanıştırmalık vasıflar. Uzatmadan hemen söyleyeyim: KLK daha hikayeye başlamadı; şimdilik yalnızca karakterleri ve atmosferi tanıtıyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi