• Btooom! - 01


     

    Sakamoto Ryouta, annesiyle yaşayan 22 yaşındaki bir işsizdir. Gerçek dünyada onu öne çıkartan hiçbir özellik yoktur lakin İnternet üzerinde, Btooom!! adlı oyunun en iyi oyuncularından biridir. Günün birinde, tropik bir adayı andıran bir yerde uyanır. Oraya nasıl ve niçin geldiğiyle ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Ryouta etrafta dolaşırken birine rastlar ve ondan yardım ister. Yabancının cevabı ise Ryouta'ya bomba atmak olur. Ryouta hem hayatının tehlikede olduğunu hem de en sevdiği oyunda bir şekilde mahsur kaldığını anlar.

    Accel World ile başlayıp Sword Art Online ile devam eden "sanal dünya yaşantısı" fikrine Btooom! da bir yerinden dahil oluyor. Gerçi bu seferki oyun diğer iki örneğin aksine rol yapma üzerine değil. Silah olarak yalnızca bomba atılabilen bir oyunun gerçek hayatta "oynandığı" bir dünyanın içindeyiz ki bu da gayet farklı bir konsept sunmak için yeterli. Karakterlerin birbirlerine yaklaşmaları doğal olarak bir dezavantaj yaratacağından onların arasındaki dövüşler biraz daha pusu kurmak ve tuzağa düşürmek üzerine oluyor.

    Madhouse gibi bir firmanın böylesine rağbet görmüş bir tarza yönelmesi çok alışıldık bir durum değil. Özellikle SAO'nun gördüğü talep sayesinde tavan yapmış "oyunlu animeler" piyasasından nasıl bir beklentileri olduğunu tahmin etmek güç. Gerçi bu serideki oyun da cazip bir shoot 'em up havası verse de Madhouse işin biraz daha teknik yönüne ağırlık vermeye çalışmış. Lain, Arjuna, Baccano, Durarara, Madoka gibi animelerde çalışmış karakter tasarımcısı Kishida Takahiro sayesinde bu geniş kadrolu animenin karakterlerini -en azından görsellikleriyle- ilgi çekici kılmayı denemiş.

    Öte yandan serinin başrolü Ryouta bu ilgi çekicilikten adım adım uzaklaşan bir tip olarak göze çarpıyor. Sıfıra doğru geri sayan bir küpü uzağa fırlatıp patladığını gördükten sonra bile benzer küplerin de aynı mekanizmaya sahip zaman ayarlı bombalar olduklarını anlamak için bayağı zorlanıyor. "Attım, niye patlamadı?", "Atıyorum, bu sefer olacak... tüh, niye olmadı?" gibi akıl tutulması geçirdiği nöbetler, oyunun dünya sıralamasında 10. sıraya yükselmiş bir oyuncu için pek de yenilir yutulur cinsten değiller.

    Henüz ilk bölümünde bizlere gösterdiği vahşet ise serinin bir seinen olacağının bariz bir göstergesi. Şiddetin dozunun nasıl ayarlanacağı ve hayatta kalma savaşında karakterlerin nasıl stratejiler izleyecekleri serinin seyrini çizecekmiş gibi duruyor. Nihayetinde gerçek hayata taşınmış bu vahşet yüklü oyunu kimin kazanacağı ve herkesi bu adaya tıkıştıranların da kimler oldukları henüz ilk bölümden ortaya çıktı bile.



    3 Görüş:

    1. Bana direk Gantz'ı hatırlattı ilk bölüm. Ana karakter Kurono moduna bağlayacak gibi bi his var içimde :) Sanki animenin asıl olayı oyunu kimin kazanacağı değil de Ryouta'nın psikolojisi ve aksiyon sahneleri gibi gibi... Ben ilk bölümü sevdim, beklentim de yüksek.. O bombaları anlayamaması oyunun gerçekliğe taşındığına ihtimal vermeyişini vurgulamak içindi bence, çocuk şok geçirdi lütfen üstüne gitmeyelim :P

      YanıtlaSil
    2. Ben de tüm oyuncuları bu adaya sokan "kurumun" (hadi fikri spoiler olmasın) karakterler tarafından nasıl keşfedileceği ve nasıl mağlup edileceği üzerine olacağını düşünüyorum.

      Elemanla ilgili aynı hoşgörü yok maalesef bende. İlk bombada bunun bir bomba olduğunu anlarken iyiydi de saldırı moduna geçince bir türlü çözemeyişi abes geldi. Neyse. 2. bölümle birlikte iyice seinene geçiyoruz, herhalde duvara saplanan gamepad gibi tuhaflıkları bir daha görmeyiz.

      YanıtlaSil
    3. duvara saplanan gamepad rüya oldugunu belirtmek amacıyla yapılmıstır normal bişi bide zamanlı olsa bile bomba o tam attıgında patlamıstı ondan sanmıstır belki walla beni koysalar bende kaçıcam mı napıcam filan aklım almazdı bomba kullanan ona ilk saldıran adam atiyor patlıyor tabikide sende atıcan ilk düsme basmasanda patliyor sanardım ilerki bölümlerde alısıcaktır bomba kullanma yeteneklerini görürüz umarım bence güzel bi seri.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi