• Master Keaton



    Monster'ın yaratıcısı Urasawa Naoki ile yönetmeni Kojima Masayuki'nin bir araya geldikleri ilk proje olan Master Keaton 1998 yılında yayınlanmaya başlanmış ve 24 bölüm + 15 OVA'dan oluşan bir anime. Tamamında tek bölümlük hikayelere yer verilen seri, Monster'ın sağladığı merak duygusundan ve süreklilikten uzakmış gibi görünse de bölümlerle birlikte geçmişine tanık olduğumuz ve gitgide tamamen tanımaya başladığımız Taichi Keaton aracılığıyla başı ve sonu olmayan bir maceraya dönüşüyor.



    Bölümler arasında kayda değer hiçbir bağ olmaması bir yanda serinin izlenebilirliğini kolaylaştırırken diğer yanda bütünlüğü yok ediyor. Bu bütünlüğün bir kenara itilmiş olması Keaton'ın ileriye dönük karakter gelişimini ise neredeyse minimize ederek yalnızca geçmişine odaklanmamıza yol açıyor. Dolayısıyla serinin 15. bölümü ile 32. bölümü arasında belirgin hiçbir fark bulunmuyor. Keaton her bölümde insanlara yardımcı olup onların dramlarını bizlere aktarıyor.

    Bu dramatik öyküler kimi zaman trajediyle kimi zaman da sade bir hüzünle sonuçlansa da anime asla kör göze parmak misali bir mesaj kaygısı gütmüyor. Keaton'ın yardım ettiği insanların yaşadıkları sorunlar alışılageldik temaların etrafında dönüyorlarmış gibi görünse de serideki 20. yüzyıl ortalarına denk gelen Avrupa kıtası merkezli anlatım bu temaların çeşitlenmesine olanak sağlıyor.



    Not: 18 yıllık bir aradan sonra devamı 2012'nin Mart ayında başlayan manga sayesinde yakın gelecekte "Master Keaton 2" gibi bir projeyi görme ihtimalimiz de var.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi