• Monster



    Magnificient Steiner

    Söze nereden başlamalı bilemiyorum. 74 bölümlük bir seri, neredeyse 3 haftalık bir izleme süreci, aldığım müthiş hazzın yanında sürekli geliştirdiğim teoriler, içleri komple doldurulmuş karakterler, harika müzikler, tüylerimi diken diken eden atmosfer, sinirden avuçlarımı sıktığım sahneler, enfes ötesi bir senaryo ve temposu hiçbir bölümde düşmeyen bir keyif. Monster'ın kısa özeti bu şekilde ama uzun özetini okumak isteyenler (ve seriyi izlemiş olanlar) aşağıdan devam edebilirler. Bu seriyi spoiler vermeden anlatmama imkan yok, bu yüzden de lütfen henüz hiçbir bölümünü izlememiş olanlar, hakkında hiçbir şey bilmeyenler bundan sonrasını okumasın ve hemen bir yerlerden edinip seriyi izlemeye başlasınlar. Bu seri hakkında adının "Monster" olduğunu bilmek dışında bir şey öğrenmek sizin tüm keyfinizi etkileyebilir.


    Hikayemiz şu sözlerle açılır: "And I stood upon the sand of the sea, and saw a beast rise up out of the sea, having seven heads and ten horns, and upon his horns ten crowns, and upon his heads the name of blasphemy. And they worshipped the dragon which gave power unto the beast: and they worshipped the beast, saying, Who is like unto the beast? who is able to make war with him?" / "Sonra, on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı ve başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı. İnsanlar, canavara yetki veren ejderhaya taptılar. 'Canavar gibisi var mı? Onunla kim savaşabilir?' diyerek canavara da taptılar." - Esinleme 13. Bölüm 1. ve 4. Ahit

    İncil'den alıntı yapmak çok sık başvurulan tekniklerden biridir. Gerçi aradan 10 bölüm geçince konuya kendimizi öylesine kaptırmış olacağız ki bu sözleri pek hatırlamayacağız ama yine de temellerini milyarlarca insanın bildiği bir metne dayandırmak serinin kolaycılığından ziyade bu metne kendi başına getirdiği bakış açısını gösteriyor. Karşılaştığı herkesi etkisi altına alan Johan bir iblis olarak resmedilmekte. Serinin son 10 bölümüne kadar da bu durum devam ediyor. Herkesi piyon gibi kullanıp "karıncaların yollarını bozan" Johan hayatındaki o travmatik günün detayları anlatılana dek yenilmez bir kötü olarak bizlerin sinirlerini yerinden ediyor. Doktor Tenma ve etkisi altına aldığı insanlarsa bu iblise karşı durmak için birbirlerine yardım ediyorlar.


    Serinin en güçlü olduğu nokta karakter gelişimi. Karakterlerin seriye ilk dahil oldukları sahneler nefes kesici anlatımlarla yapılıyor. Sonlara doğru seriye katılan bir avukatı bölüm başında öylesine içi dolu bir şekilde anlatıyorlar ki adamı sanki serinin başından beri tanıyormuş hissini alıyoruz. Hapisten sürekli firar eden adamın aile ilişkilerini bizlere aktardığı anlarda tüm dramı iliklerimize kadar hissedebiliyoruz. Gerçek olup olmadığını net bir biçimde bilemediğimiz bir hayali tanımlamak için ufak bir tablo oyunu yapmaları da yönetim kademesinde ne kadar başarılı olduklarını kanıtlıyor. Bu noktada seriye dair tek itirazımın tüm yan karakter çizimlerinin birbirlerine benzemesi olduğunu söylemem gerek. Bir süre sonra ne kadar figüran dahil olursa hepsi aynı kişilermiş gibime geldi. Bir de bazı figüranların gereksizliklerini ispat etme yöntemi çok konuşmaları olarak gözüme çarptı.

    Sürekli yeni karakterler bize tanıtılıyor. Bu tanıştırma süreci bazen 5 dakika bazen de 3 bölüm sürebiliyor ama asla es geçilmiyor. Mutlaka yeni karakterler bir yerinden müdahil oluyorlar seriye. Bu karakterlerin oynadıkları asıl rolse serinin bizlere verdiği en güçlü duyguyu ortaya çıkarmak oluyor. Her bir karakter hikayenin bir parçasını bilirken bizse o ana kadarki tüm parçalara hakimiz. Bu hissiyat, çaresizliği de yanında getiriyor ve çözümünü bildiğimiz sorunların karakterler tarafından yerine getirilemeyişini görmek izleyicide sıkıntıya yol açıyor. "Gidip onunla konuşsana" veya "hemen kaç oradan" gibi söylemleri sıkça sarf ediyor ama asla isteklerimizin gerçekleşmeyişiyle hayal kırıklığına uğruyoruz. Serinin sonlarına doğru sürekli çaresizlik hissi beni oldukça bunalttı. 3 haftalık izleme sürecimin çoğu gününde kendimi depresif, keyifsiz ve hatta üzgün hissettiğim oldu. Sanki Tenma gibi benim de kolum kanadım kırılmıştı ve elimden hiçbir şey gelmiyordu.


    Monster, her "dizi" severin mutlaka izlemesi gereken bir seri. Animeye ait özelliklerin neredeyse hiçbirini taşımayan seri çok aşina olduğumuz Dr. Kimble'ın Kaçak hikayesine benzese ve bir televizyon dizisinden hiçbir farkı yokmuş gibi görünse de anime olarak çekilerek risk almış ve bu riskin üstesinden ustalıkla gelmeyi bilmiş bir yapım; anlatması zor, hikayesi entrika dolu, izlemesi keyifli. 74 bölüm kimsenin gözünü korkutmasın, verdiğiniz zamanın karşılığını fersah fersah alacağınızdan emin olabilirsiniz. Özellikle polisiye severlerin kesinlikle izlemeleri şart.


    2 Görüş:

    1. Bu yazidan sonra basladim seriye. Ilk sezonun son bolumunu izleyecegim birazdan. Gercekten guzel anime. Ozellikle de cizimleri. Diger animelerdeki gibi herkes birbirine benzemiyor, boylece cok kolay akilda kaliyor ki sonradan bu kimdi ya demiyoruz. Muzikleri etkileyici. cagur cugur seslerin insani bu akdar gerebilecegini Japonlardan ogrendim. Raifu dizisinin de bu tur bir Ost si vardi.
      Karakterleri cok iyi tasvir etmisler. Oyle alistigimiz sekilde sanki tam o an varolmuslar gibi degil. Bir kisiligi, gecmisi, sevdigi ve sevmedigi seyler oldugunu ogrenip kotu de olsa onu anlamamizi saglamislar.
      Fakat her ne kadar her bolum canavarimizi tanimamiza yardim edecek karakterler ve hikayeler icerse de sanki cogu doldurmaymis gibi geliyor. Sadece ilk sezon icin konusuyorum tabi. Bir parca merakla izliyorum ama gercektan heyecanli degil. Bir de Tenma'nin bu kadar idealize edilmesi, bir anime klisesi olan super iyi insanin cevresindekileri sasirtici derecede degistirmesi olayi da bu konusu ve karakterleri guclu animeye yakismamis. Ama izlemeye devam. Belki diger sezonlar sasirtici olur :)

      YanıtlaSil
    2. Monster'da bir rampa var diye düşünüyorum. Bu rampa herkese göre değişiyor (benim için 11-12. bölümdü) ama o rampayı aştıktan sonra bayır aşağı sürekli ivmelenerek ilerleyen bir seriye dönüşüyor. Bitirmiş herkeste hemen hemen aynı tepkiyi gördüm, görüyorum.

      Aslında hiçbir cevap yazmamam gerekir çünkü diyebileceğim her şey tadını kaçarabilir. Sadece biraz daha dayan, sonra seriyi bitirmek için gündelik yaşantındaki öncelikleri değiştirmeye başlayabilirsin :)

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi