• Nazo no Kanojo X - 11+12



    Romantizm ve sembolizm bir arada. Daha önce de birkaç kez açık açık dile getirmiştim ama artık iyiden iyiye inanıyorum: Nazo no Kanojo X izlediğim en derinlikli romantik anime dizisi. Belki de şeklen benzediği ecchi türünde kullanılan klişelerin hepsine ters düşmek için elinden geleni yapması beni böyle hissetmeye sürüklüyordur. Belki de inanması kolay bir gerçekliği sembolizmle olağanüstü süsleyip yansıttığı içindir.

    11. bölümde Oka ve sevgilisi Ueno okuldaki festivale gelir ve bir hizmetçi kafeye girerler. Ueno daha kafeyi görür görmez cinsel içerikli bir fanteziye dalar ve hemen tuvalete kaçar. Oka ise kendi adına böylesi bir fanteziyi zaten istemektedir. Kapısında "Hoşgeldiniz, Efendim" yazan bir hizmetçi kafe, ister istemez S&M çağrışımı yapmak için yeterlidir. Kapıdan girer girmez kendisini karşılayan "hizmetçiler" Ueno'yu iyice gaza getirirken sevgilisini o kostüm içinde görmek hem "hizmet eden üniformalı kadın (hemşire / hizmetçi / sekreter vs.)" fantezisini kıpırdatır hem de kendisine "Efendim" şeklinde hitap eden sevgilisi sayesinde egosunun şişmesine yol açar. Aslında Ueno ile Oka arasında tam tersi bir S&M bağı olmasına; Oka'nın dominant, Ueno'nun ise resesif taraf olmasına rağmen belki de Oka bir kereliğine de olsa rolleri değiştirmek istemiştir.

    Sonrasında Urabe'nin bastığı salya sekansını düşünelim. Eski platonik aşkının salyasını tatmak üzere olan ama tereddütlerle boğuşan Tsubaki bir seçim yapma lüksüne sahiptir. Kartondan robot kostümü giymiş Urabe başlı başına bir Tsubaki fantezisi bile olabilir. Odasında asılı posterlerden (Star Wars ve 2001: Space Odyssey) yola çıkarak Tsubaki için bu robot kostümünün en sevdiği oyuncak gibi göründüğünü düşünmek mümkündür. Altında da çırılçıplak bir kız olduğu göz önüne alınırsa Tsubaki'nin tattığı ilk salya oğlanın hormonları için tam anlamıyla cinsel bir patlama anlamına gelmektedir. Eski okul üniformasıyla ve peruktan uzun saçlarıyla geçmişten bir fotoğraf karesi gibi duran Hayakawa geride kalmış bir fanteziyi oynamaktadır.

    Fakat iki erkek karakterini de bu kadar egemen ve muzaffer bir ruh haline sokan seri başlangıçta söz ettiğim klişeleri bu noktadan itibaren bir bir devirmeye başlar. Karşısında soyunmuş ve onun için birbirleriyle yarışan kızlar sayesinde Tsubaki'nin şişen egosu gün sonundaki salya tadımından sonra Urabe tarafından söndürülür. Ufak bir yalanla tüm neşesi kaçan Tsubaki öğrenmesi gereken bir dersi almış olur. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi karşısındakine de yapmaması gerekmektedir. Umarım izleyen genç erkekler de buradan bir mana çıkarırlar.

    11. bölüme ise başından sonuna kadar seks hakimdir. Bir gece önce rüyasında Tsubaki ile seviştiğini gören Urabe oldukça gergindir. Rüyada da olsa ilk defa seks yapmanın verdiği o gerginlikle don makasını ustalıkla kullanamaz, eli titrer. Nasıl ki salya, karakterlerin o andaki hislerini yansıtıyorsa Urabe'nin don makası da kendini korumayı, tehlike anında ateş alan bir silahı ve hatta hatta kızlık zarını bile sembolize ediyor olabilir. Seksten sonra namlusu tutukluk yapan bu silah artık geçerliliğini yitirmiştir. Bölümün sonlarında Urabe artık Tsubaki'nin temasına izin verirken silahını kemerinden çıkarmaya gerek duymaz.

    Tsubaki ise rüyasında Alice Harikalar Diyarında'ya bağlar. Tavşan kulaklarıyla Playboy kızını andıran sevgilisinin peşinden koşar ve Urabe'nin hazırladığı mochi hamurlarıyla dans etmeye başlar. Hizmet ve servis eden sevgili bu cinsel fantezide geri dönmüştür. Urabe'nin de kendi kendine dediği gibi Tsubaki bir sapıktır ama Urabe de kendini bir sapık olarak gördüğü için Tsubaki'nin salyasını tattığında (kendisini sürekli çıplak gördüğünü anladığında) bu fantezilerden rahatsız olmamaktadır.

    Her iki karakterin de zirve yapmış hormonları serideki seks imalarını her daim canlı tutmaktadır. Bu imaların "oğlanın ayağı kayar ve kızın üstüne konuverir" gibi klişeleri reddederek daha gerçekçi kılınmaları ise umarım fanservice manyağı, birbirinin kopyası, yalnızca oğlanlara yönelik serilere ders olur.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi