• Çıkmaz Sokak "Fanservice"


    Özgün senaryo yaratmada varılan çıkmaz sokak - ki varışın temel nedeninde insanların büyük bir hızla aynı yerleri oyarak dünyanın sonunu getirmeye yaklaşmalarının, hayal kurma ve ileriyi görebilme ufkuna sahip yazarların yaratıcılıklarını depresyona feda etmelerine yol açtığının yattığını düşünebiliriz - nedeniyle anime dizilerinde kullanılan anlatı tekniklerinde belirgin bir sıradanlaşmanın (tektipleşme) revaçta olduğu, kötü bir tercümeyle ise ana akıma dönüştüğü bir felç hali sektörün tamamına sirayet etmiş durumda.

    Sokağın (veya labirentin) üç tarafı kapalı bölümüne kanalize edilmiş yazarlar bir anlık tıkanıklık yaşayıp geri gitmeye çalışadursunlar, arkada bekleyen ve onlarla aynı yola "koşulmuş" yazarlar da aynı hataya düşüp aynı çıkmaz sokağa dahil oluyorlar. Gelenlerle birlikte sokak nüfusunun gittikçe artmasının, sokağın çıkışını engellediğini ve yeni gelecek yazarları "burası dolu" diye bir ibare ile karşılayıp geri döndüreceğini düşünebilirsiniz. Fakat bu küçük ve dar sokak o kadar elastik bir yapıda ki öngörülen kapasitesinin çok daha üzerinde, fizik kurallarına bile karşı gelecek bir sayıya kadar limitlerini zorlayabiliyor.

    Peki -konumuz anime olduğu için- anime senaristlerinin (yapımcıları da eklememiz gerekir) her yeni gelenle birlikte oksijeni daha da azalan bu gudubet sokakta nasıl düşünmelerini beklemeliyiz? İnsanda, oksijensiz kaldıkları anda beş dakika içinde ölen beyin hücrelerinin küçücük bir mıknatısa benzeyen bu sokakta azalan oksijen oranı nedeniyle hızla tükenişlerini görmezden mi gelmeliyiz? Düşünmeyen bir insanın "yaratmak" eyleminden haberi olabilir mi? Ya da ortaya koyduğu eserini "yarattım" diyebilir mi?

    Bu bahsettiğim sokağın adı "Fanservice". "Özelleme" olarak çevrilebilecek bu anime anlatı düsturu elbette ki öncelikli olarak izleyiciyi kayıran "özel" bölümler, "özel" çizimler ve hatta "özel" anlarla karşımıza çıkıyor[1]. Hem düşünme yetisini bir külfet gibi görerek yalnızca göze "güzel gelen şeyler" görmeye kilitlenmiş günümüz izleyicisi (dünya genelinde) bu "özeller" sayesinde yalnızca ağzına çalınan balın tadına vararak memnun ediliyor (ayrıca izlediği animenin kendisi adına tasarlandığını [imal edildiğini] duyumsayarak kendisini özel hissetmiş oluyor) hem de sokak henüz taşmadığı için eser yaratacak "yaratıcıların" ortaya koydukları "benzerler" stüdyolar ve maalesef ki izleyici tarafından "kayrılıyor." Oysaki bu benzerler, pahalı taklitlerden başka bir şey değil. Hepsi tekil bir mantığın güncellenmiş, günümüze uyarlanmış formları.

    Alan razı, veren razı. "Sanatsallığı" söylemesi hoş ama anlaması uzun bir kelime zanneden izleyici kitlesinin yön verdiği (çok bilinmez ama müşteridir her sanata yön veren) bir sanat biçemi olan animede de ana akım idelerin, yol soran yapım stüdyolarına ve yönetmenlere ve yazarlara ve çizerlere ve seslendirme sanatçılarına ve müzisyenlere gösterdiği tarafın, yalnızca girişini ve önündeki yaldızlı harflerle yazan "Fanservice Sk. 1-?" tabelasını görebildiğimiz çıkmaz sokağa bizi sokmasından daha kolaycı bir semt planlaması olamaz.

    "Fanservice bugünlerde gerçek bir hikaye akış şeması bileşeni. Her on animeden altısında (sallıyorum) bir adet plaj, bir tane de banyo veya kaplıca bölümü olmak zorunda."[2] Günümüzdeki animelerde yukarıda belirttiğim "özel" kavramı; sokaklar arasındaki yolculuğunda keşfedecek yeni manzaralara, kaldırımlara, asfaltlara, yayalara, hava koşullarına özünde meraklı animenin arabasının içine bilinçli bir şekilde yerleştiriliyor, deposuna kalitesiz benzin kamuflajında şırınga yerine pompalanarak zerk ediliyor. Fakat bu yakıtla bile oksijen sensörü düzensiz çalışacak ve eninde sonunda istenen uyuşukluk seviyesine ulaşılabilecek olmasına rağmen arabanın kendisi artık uzaktan kumandalı bir oyuncağa dönüştürülmüş durumda. Yaratıcıların maceraperest olması gereken şoförlüklerine, odaklanma güçlüğü çektiği için hiç tahammül edemeyen izleyici önce arabayı tahsis eden yapım şirketlerine, sonra da arabayı farklı sokakların içinden geçirebilecek yol tariflerini verme potansiyeli olan senaristlere emniyet kemeri taktırıyor. "Aman sakın diyeyim fazla hız yapma. Ben heyecanlanıyorum sonra, kafam kaldırmıyor."

    Bununla da yetinmeyen izleyici yeni yollar keşfetmeyi hiç istemediği için güzergahı, mola yerleri, yavaşlanılacak ve hızlanılacak yokuşları, virajları her daim belli olan, daha önce yüzlerce kez harfiyen izlediği bu yolu değiştirmeye, hiç değilse farklı bir şeritten gitmeye bile katlanamıyor. "En iyi yol, bildiğin yoldur."

    İşte bu düşünme külfetini artık sağlığına bir tehdit gibi algılayarak otokontrol manyağına dönüşen izleyici kitlesinin kartopu misali genişlediği bir sektörde özgünlük -ama belki de öncelikle farklılık- yaratma peşindeki yaratıcıların sayısı da hayli düşük kalıyor. Fanservice artık sadece bir sokak değil, diğer düşünce tarlalarını da yutmaya başlayan bir yaşam alanı. Hani şu sınırları belli olan ama hipnotik uyuşturucularla ("şehrin gürültüsünden uzak ve şehir merkezine 15 dakika mesafede" [acaba o yüzden gürültüden uzak olabilir mi?]) o sınırları yokmuş gibi davranan toplu konutların, alışveriş merkezlerinin, şehirlerin, ülkelerin içlerinde bulunduğu söylenen türde bir yaşam alanı: Herkesin, oksijeni giderek tükenen aynı hava kütlesinden beslendiği, nüfusun parabolik bir fonksiyonla arttığı, tektipleştirdikleri nüfus sayesinde kendileri de farkında olmadan tektipleşen insanların evlerinin balkonlarından sarkıp laf attıkları, ikaz ettikleri, aşağıladıkları, sadece girişi olan, çıkışı için o kalabalık arasında bir kahramanlık yapmanız gereken türde üç tarafı kapalı bir "kuytu".

    Zaman kötü
    Mekan kuytu
    Çıkmaz sokak
    Değil aslında o
    İlk yapıldığında
    Mapustu


    Notlar:

    1. Bir türlü limitine ulaşamayan sokağın başka yazarları tarafından "klonlanmış" diğer eserlere daha önce rast gelmişseniz görür görmez tanıması çok kolay olan bu maskenin altında yapım şirketlerinin "kayıran" suratlarının yattığını da bir süre sonra anlayabilirsiniz. []


    2. Nihbrin, Fan Service Hakkında, 18.11.2011 (http://nihbr.in/?p=3157) []


     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi