• Sankarea - 08



    Her hafta istisnasız daha da sıkıcı bir kimliğe bürünen iki diziden biri Sankarea (diğeri de Accel World). Şu bölümle ilgili olumlu ne yazacağımı bilemiyorum. Hiçbir derinlik yok, ileriye/yukarıya doğru hiçbir gelişim yok. Sadece yerinde sayıyor ve arada bir hızlanıp arada bir de yavaşlıyor seri.

    Dr. Zon Bee esprisine gülmem gerekiyordu galiba, gülmedim. Furuya'nın gerçek hayatta zombilerden korkmasını karakter gelişimi olarak düşünmem gerekiyordu galiba, düşünemedim. Ranko'nun hamam sefasını, çocukların birbirlerinin vücutlarına bakmalarını sevimli bulmam gerekiyordu, sevimliyi geçtim fanservice gözüyle bile görmedim. Belki çabucak biter diye ölü taklidi yaptım.

    Furuya'nın rahip babası ortanca yaprağı yiyen bir kızın vejetaryen olduğunu düşünecek kadar safdil mi? Yasutaka'nın şebeklik yapmaktan öteye geçemeyecek bir karakter olması senaristin mi yönetmenin mi suçu? Rea'nın o kadar güçlü olmasına şaşırmam mı gerekiyor? İlk kez görmüyorum ki, zaten o sahnenin öyle aktarılması gerekiyordu. Yine de Furuya şaşırdı, ben de Furuya'ya şaşırdım.

    Herhangi bir anlatının, sırf amacına ulaşabilmek için mantıksızlaşmaya başlaması aslında yetersizliğine kılıf aramaya başladığını gösterir. Sankarea böyle giderse kılıf fabrikası açabilir.

    2 Görüş:

    1. sen hala bu seriyi takip mi ediyon ya

      YanıtlaSil
    2. Ne güzel başlamıştı bu seri , şimdi ne hale geldi artık hiç bir beklentim yok öylesine izliyorum.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi