• Sankarea - 04



    George A. Romero o kadar zombi filmi çektikten sonra Sankarea'yı izlese aklında "Mo-e-cchi of the Dead" diye bir ampul yanabilir. Karnı deşilip ölen ve öncesinde içtiği iksir sayesinde zombiye dönüşen Rea'nın hep imrendiği normal yaşantı başlıyor. Banyo lifine bile yabancı olan bu kızın, akranlarının sürdürdüğü yaşantıya karşı merakı da pek çok hormonal dürtüyü beraberinde getiriyor.

    Sübyancı/ensest baba ve alkolik anneden yakayı kurtaran Rea şimdiye kadar kaçırdığı ergenliği yakalama peşinde. Furuya'ya hallenmesi de bu yüzden. Gerçi bölüm genellikle çok ağır ve sıkıcı bir tempoda geçmiş olsa da animenin yarattığı tezatlar hoşuma gitti. Rea camdan aşağı sarktığında veya duştan çıkmış şekilde odada durduğunda Furuya cinsel olarak ondan etkilenmiş olabilir ama asıl konu seyircinin ne yapacağı. Rea duşta yıkanırken, banyo lifini göğüslerinin arasına sokarken, köpekleme pozisyonunda camdan bakarken... kısacası, tahrik etmek için gereken her unsuru sağlarken cinsel olarak ondan etkilenebilir miyiz?

    Tabii ki ve kesinlikle hayır zira Sankarea izleyiciye meydan okuyor. Öylesine rezil bir babayı üç bölüm boyunca gösterdikten sonra farklı bir rezilliğe ortak olacak mıyız diye bize olta atıyor. Furuya istediği kadar tahrik olabilir. Hem zaten Furuya, "ölme tehlikesi" ile karşı karşıya kalan zombi Rea'nın bir an önce ortancalardan yemesi gerektiğini çözmeli. Bu arada kanlı bir et yemeği hazırlayan kız kardeşin de durumu çözdüğünden şüphelenmiyor değilim.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi