• Accel World - 04



    Geçen hafta kaldığı yerden devam ederek başlıyor Accel World. Taku'nun kablosu kadar uzun olmayan bir kabloyla Chiyuri'nin arka kapısını (öhöm) keşfe çıkan Haru aramakta olduğu Cyan Pile'ı burada bulamıyor. Fakat bolca bilgi yüklenip "önemli olan kablonun uzunluğu değil, işlevi" düsturunu yinelemeyi başarıyor. Sonra da buradan çıkardığı verilerle birlikte öğrendiklerini Kuroyuki'ye anlatmak istiyor fakat hatunun kıskançlık krizi devreye giriyor.

    Meğer gerçekten Haru'ya aşıkmış Kuroyuki, diye inanmamız gerekiyor sanırım. Bilemiyorum ama araba kazasının yaşandığı sahne, yani bölümün tam kalbi olarak aksettirilen sahne bana çok yapmacık göründü. Sırf rekorunu hileyle kırabildin diye birine aşık olmayı yutmuyorum. Tamam, belli ki "kusursuz" Kuroyuki'nin herhangi bir alanda üstünlük kuramadığı tek kişi Haru ama aşkı da bu kadar dijitalleştirip sayılara dökmek biraz abartı değil mi?

    Kıskançlık krizi, ilanıaşk, sevdiceğin için gücünün %99'unu feda etme... hepsi aynı bölümde olunca ve hepsinin de altları şimdiye kadar boş kalınca bunun karşılığı acelecilik oluyor. Sanki iki hafta içinde bitecekmiş de final periyoduna girmiş gibi bir anlatım mevcut bu seride. Misal, gelecek hafta Haru bir şekilde Cyan Pile'ı yense ve yanına bir de gizemli programcıyı açıklasalar serinin anlattığı konularda tutarlı bir bağlama yapılıp kapanış yapılabilir. Eğer konu bu kadar kısır tutulacaksa ve hikayedeki tek gelişim de level atlamaya dayandırılacaksa vay halimize!

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi