• Sakamichi no Apollon - 01



    Cowboy Bebop, Samurai Champloo, Genius Party gibi hem kült hem de klasik mertebesine erişmiş animelerde yönetmenlik koltuğuna oturmuş Watanabe Shin'ichirou ile hangi yapımlarda çalıştığını saymak yerine animenin müzik tanrıçası olarak gördüğüm Kanno Youko'nun bir araya geldikleri bir proje Sakamichi no Apollon / Kids on the Slope. Dolayısıyla beklentilerim tavan yapmıştı ve ilk bölümü izledikten sonra üzüldüğüm tek şey bu serinin noitaminA kuşağının 11 haftalık dilimine sığdırılması oldu. Ne yöne gideceğini, ne anlatacağını hiç bilmiyorum ama sırf şu iki ustanın adları bile kesinlikle asgari 22 bölümü hak ediyordu. Neyse, artık yakınmanın manası yok, tadını çıkarmaya bakalım. Bu da gerçekten hiç zor değil. Kanno Youko yine o bilindik caz temalarıyla döktürmüş ama bu kez onun yeteneğini adeta ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir anime var karşımızda.

    Nishimi Kaoru zengin bir ailenin çalışkan oğludur. Annesi evi terk edince babasıyla yaşamını sürdürmeye başlamıştır. Fakat piyano çalan babası da bir denizci olduğu için halasının evinde kalmaktadır. Sürekli okul değiştiren Kaoru her gittiği okulda hakkında atıp tutanlara alışmıştır lakin bu konuşmalar onda strese yol açmakta ve stres sonucunda da midesi bulanmaktadır. Yeni başladığı okulda yine aynı konuşmalara maruz kalınca çatı katına çıkıp herkesten uzaklaşmak ister ve denizci şapkası takmış, gömleğinin kollarını kıvırmış, suratındaki yara bandıyla ve tehditkar ifadesiyle her kavgaya balıklamasına dalan bir serseri intibası uyandıran Sentarou ile tanışır.

    Sentarou caz dinlemekte ve bateri çalmakta, Kaoru ise klasik müzik dinlemekte ve piyano çalmaktadır. İkilinin ortasında, gülümsemesiyle Kaoru'nun kalbini fetheden sınıf başkanı Ritsuko bulunur. Ritsuko'nun babası bir plak dükkanı işletmektedir, ne de olsa seri 1966 yılında geçmektedir. Miles Davis posterlerinin, Art Blakey plaklarının bulunduğu dükkanın alt katında bir piyano ve bir bateri bulunmaktadır. Sataşma ve didişmeyle başlayan Sentarou-Kaoru ilişkisinin nasıl gelişeceğini elbette ki müzik belirleyecektir.

    En başta zikrettiğim iki isim aynı projede yer almışlarsa ne animasyondan ne müziklerden bahsetmeye gerek yok. Sonuçta her ikisi de sayfalarca övgü yazılabilecek kalitede işler sunmuş insanlar. Benim canımı sıkan tek unsur, daha önce de belirttiğim gibi serinin 11 bölüme sıkıştırılacak olması. Yoksa etrafta gezinen denizciler, kızların giydikleri soket çoraplar, kalın çerçeveli gözlükler, diz altına kadar inen etekler vb. ayrıntılarla zaten yakaladığını ispat ettiği dönemi en az 6 ay boyunca anlatacak malzeme bulurdu.

    2 Görüş:

    1. Kanno cazını ne özlemişim meğer... İlk bölüm itibarıyla farkına vardığım ilk şey bu oldu. Watanabe de sanki al sana açık alan, gönlünce coş diyerek Yeşilçamdaki yardımsever amca rolüne bürümüş kendini. :)

      Ayrıca Watanabe çizimlerde serinin tarzını olabildiğine yansıtmak için tekniğinden sapmış sanki. Bana bir farklı göründü, ama güzel.

      11 bölüm mevzusundaysa, bildiğim kadarıyla mangası hala yayınlanmaya devam ediyor. Bu yüzden belki bir ihtimal ikinci sezonla falan bir şekilde devam edebilirler diye düşünüyorum. Ya da ilgiye göre yayın saatini değiştirebilirler...

      YanıtlaSil
    2. Küstüm sana... Hıh u.u

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi