• Nazo no Kanojo X - 02



    Urabe ve Tsubaki arasındaki romantizm yüklü ilişki devam ediyor :) Ne kadar alışılmadık veya tuhaf gelse de aralarında bir çeşit romantizm olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Tsubaki deneyimsizliğinin getirdiği çekingenlikle arkadaşından bilgiler almakla meşgul. Serinin tuhaflığını yansıtır biçimde Tsubaki de adımları geriye doğru atarak ilerlemeye çalışıyor. Çoktan sıvı transferi yaptığı Urabe ile düzgün bir temel kurmak istediği için önce kızın elini tutmaya, sonra da Urabe'yi daha yakından tanımaya uğraşıyor. Urabe içinse durum tam tersi.

    Urabe'nin bir uzaylı olabileceği ihtimali bize hissettiriliyor. Çantasındaki minicik UFO aksesuarına ek olarak bir de Tsubaki'nin salyasını tadarak oğlanın dün gece gördüğü rüyayı kafasında resmedebiliyor. Marifetle kullandığı don makası ise bunların yanında çok normal kalıyor. Urabe için asıl önemli olan özgünlük. Herkes öpüşüyor diye öpüşmeyi reddediyor, onun yerine Tsubaki'ye salyasını sunuyor. Fiziksel teması bildiğimiz kalıpların dışına çıkarak ve o kalıpları şiddetle reddederek (sarılma) tam bir weirdo olduğunu gösteriyor.

    Bu bağlamda Tsubaki'nin de pek normal sayılmadığı bir gerçek. Sabah ereksiyonuna sebebiyet veren ıslak rüyasındaki fantezi... yorumsuz bırakacağım kadar boyumu aşan cinsten. Sonuçta birbirini bulmuş iki "değişik" karakteri ve onların sıradışı romantizmlerini izliyoruz. Açıkçası bünyeye bir yerden sızmış yabancı bir madde gibi gelse de Nazo no Kanojo X'in eski tarz animasyonu, -özellikle Urabe'nin- nefis seslendirmeleri ve a-a-acayip konusu bir şans verip izlenmeyi hak ediyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi