• Shigofumi



    2008 yılında J.C. Staff bünyesinden çıkmış Shigofumi 12 bölümlük bir seri. Ölüler diyarından mektuplar (Shigofumiler) getiren Fumika'nın başrolde olduğu animede yan karakterler ve onların yan hikayeleri üzerinden geliştirilen bir ana konu bulunuyor. Bu yan hikayeler boyunca Fumika mektupları dağıtırken herkese eşit mesafede kalıp asla bir taraf olmuyor ve bu sayede serinin ana konusu için (Fumika'nın kendisi) gizemini devam ettirmeyi başarıyor.


    Bünyesinde barındırdığı intihar, cinayet, çocuk istismarı, kişilik bölünmesi gibi derin ve depresif konularla cesur gözüken Shigofumi, bu cesareti anlatıya dökme konusundaysa maalesef çekingen kalıyor. Fumika'nın tanık olduğu (ve bizlere de tanıttığı) karakterler ve onların yaşadıkları travmaların sadece adları konuyor: Babası, bir kızı pazarlıyor; başkalarının zorbalıklarına katlanamayan bir delikanlı intihar ediyor; bir diğeri intihar etmiyor, yalnızca "atlıyor"; kanser hastası bir adam kendi yaşamını sorgulamaya başlıyor. Fakat hepsi bu. Bu olaylar sadece gösteriliyor, altları kesinlikle tatmin edici bir düzeyde doldurulmuyor.

    Fumika'nın tarafsız yapısı ilk başlarda Kino'yu hatırlatsa da Shigofumi bu özellikten de çok çabuk sıkılıp Fumika'nın tepkilerini ön plana çıkartmaya başlıyor. Ölüler diyarından gelmiş, suratında hiçbir ifade bulunmayan, duygusuz bir postacı olan Fumika'nın yavaş yavaş ve kademeli şekilde canlı bir insana dönüştürülmesini izliyoruz. Serinin ortalarına denk gelen çözümleme bölümleriyle de Fumika kolaylıkla içselleştirmemiz istenen, empati kurmamız beklenen 2 boyutlu bir karaktere dönüşüyor. Dolayısıyla serinin bel bağladığı o karanlık temaların hepsi bir bir yüzeyselleşmiş oluyor.


    Shigofumi ilk bakışta cüretkar bir anime gibi görünse de aşamalı olarak kendini sıkan ve frenleyen bir seri. Ağza bal çalarak uzaklaşan, izleyicinin aklına "-saydı, -seydi" kalıplarını düşüren, her bölümüne en az bir adet "keşke" saklayan, bittikten sonra kendisini unutturan ama potansiyelini hatırlatan tuhaf bir yapım.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi