• Un-Go - 3



    Artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki Un-Go çok aşina olduğumuz dedektif serilerinden biri değil. Tek bölümlük gizemlerini izleyiciye çözdürmekle hiç uğraşmayan animenin tek derdi kendi atmosferini, yani yaşanmış büyük savaşa hangi insanların nasıl etki ettiklerini paylaşmaya çalışmak. Bir kez daha savaşla ilgili teoriler üretmemize fırsat veren başka bir cinayetin peşinden gidiyoruz.

    Önceki iki bölümden alışık olduğumuz standart bir cinayet öyküsüyle başlayan bölüm çok çabuk kabuk değiştiriyor ve karmaşık bir yapıya bürünüyor. Babası gibi öldürülen ve suratında üçüncü göz misali bir maskeyle dolaşan çocuğun garip hareketleri bölümün daha başında merakımızı ayakta tutmayı başarıyor. Cinayetin nedeni en başta çok barizmiş gibi görünse de yapay zeka, hükümet işleri, bombalamalar vs. ile iyice detaylı bir hal alıyor.

    Basit ama sonuca çok etki etmeyen bir senaryo açığının (olay yeri incelemenin cesedi incelemesinden bahsedilmemesi) haricinde geçen hafta dediğim gibi iki bölüme yayılan ilk cinayet olmasıyla bu konuda yeni gelişmelerin bizi beklediğini görmek mümkün. Öte yandan dedektif ile Inga arasındaki garip ilişki (Dedektifin, ne soracağını Inga'ya söylemesi ve bu sayede olayı çözmeleri) her hafta tekrarlanmasa belki Inga'nın soru krizlerindeki değişiminin tadı serinin daha başında bayatlamamış olur. Sonuç ne olursa olsun yazarı Ango Sakaguchi'ye saygı duruşunda bulunan Un-Go ufak çaplı gibi gözüken hikayelerinin açığını gayet maharetli bir hikayecilikle kapatmayı şimdilik başarıyor.

    p.s. Bu ED (Lama - Fantasy) tek kelimeyle muhteşem!

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi