• Un-Go - 2



    Un-Go'nun, noitaminA kuşağındaki serilerde genelde görmeye alışık olmadığımız bir formatta ilerleyeceği anlaşıldı. Belli ki her 1 (en çok 2) bölüme tek dava tıkıştıracak anime, gizemi çözmeye çalışan Inga ve Yuuki üzerinden Japonya'nın yakın geçmişte atlattığı büyük savaş dönemindeki bilinmezleri aydınlatacak. İki karakterin kendilerine has özellikleri sayesinde ışık hızında yakalanan katilleri ve bölümler içinde adeta ekrana yapılan isim bombardımanını düşününce her polisiyede izleyicinin (en azından benim) umduğu "katil kim" zihin jimnastiği maalesef Un-Go'da bir mağlubiyet burukluğundaki kabullenmeye yerini bırakıyor. Bölüm boyunca sahneyi durdurup isimleri okumak ve neredeyse her diyalogda zikredilen isimlerin fazlalığına hakim olmak haliyle imkansız.

    Zoraki olarak fevkalade bir finale ihtiyaç duyan böylesi bir yapıyı 11 hafta sonunda inşa edebileceklerinden ise açıkçası pek emin değilim. Un-Go'nun uyarlandığı Sakaguchi Ango'nun Meiji Kaika Ango Torimono-chō romanı hakkında hiçbir "düzgün (gugıl translate olmayan)" bilgiye ulaşamadığım için metnin neyi anlattığını bilmiyorum ama bir tahminde bulunmam gerekirse olaylar herhalde bu kadar hızlı gelişmiyor, büyük ihtimalle de bu kadar yan öykü barındırmıyordur. Bones'un, yönetmenin ve senaristin metni bu şekilde ele almaları benim için serinin de tadını kaçırıyor.

    Peki hiç mi iyi bir şey yok? Bu kadar potansiyelli bir ekip çalışıyorsa elbette ki var. Yuuki'nin henüz 2. bölümden hükümete sataşması, savaşı ve halkı nasıl manipüle ettiklerini suratlarına çarpması gayet istenen bir senaryo gelişimi. Daha ilk bölümden örnek güvenlik uzmanı (Rinroku) -asi dedektif (Yuuki) karşılaştırması yapılmıştı ki Yuuki'nin asiliği lafta kalmadı, uzmanın da örnekliği yalnızca tek bir kesime odaklandırıldı. Rinroku'nun savaşta da büyük bir rol oynadığı, Yuuki'nin ise savaştan yara alarak çıktığını (serinin açılış sahnesi) biliyoruz. Bu ikilinin bir noktada kesişecek yolları herhalde serinin de finalini belirleyecektir.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi