• Usagi Drop - 4



    Bazen gözümün önünde duran ayrıntıları fark edemediğim için kendime kızıyorum. Usul usul ilerleyen bir seri Usagi Drop. Haliyle bazı ipuçları arada kaynayıp gidebiliyor. Ben Rin'in tatlılığına, Daikichi'nin azmine takılmışken yapımcıların sürekli anlatmaya çalıştıkları bazı şeyleri atlayabiliyorum. Hiç değilse bu bölümde Rin'in karakteriyle ilgili en önemli özelliği görme fırsatına eriştim: Annesiz büyümeye çalışan Rin kendi etrafındaki çocuklara annelik yapmanın peşinde.

    Muhteşem düşünülmüş. Başından beri bu animenin gerçekçilikle ne kadar içli dışlı olduğundan bahsediyordum. Daikichi'nin sevgisi, Rin'in dışlanmışlığı zaten ön planda anlatılan konulardı fakat aile ilişkilerinde pek bilgi sahibi olmayan Rin'in içgüdüyle (veya bilinçli) hareket edip hayatındaki anne figürünü kendi başına tamamlamaya çalışması beni benden aldı. Ne kadar da yerinde düşünülmüş!

    Üstlendiği bu annelik rolüyle kendi çocukluğunu doya doya yaşa(ya)mayan Rin gibi Daikichi de henüz babalık (veya ebeveyn) rolüne ısınmış değil. Varsın ısınmasınlar zaten, daha sadece 3 aydır birlikteler. Bir ömür boyu bunu başaramayan insanların sayısını göz önüne alırsak Daikichi ile Rin'in durumu son derece mantıklı. Özgüveni çok kaygan bir zeminde olan Rin'in, arkadaşı ve arkadaşının annesiyle eve yürürlerken, laflarını dikkatle seçmeyen Daikichi tarafından utandırılması buna bir örnek. Ha keza Daikichi'nin 6 yaşındaki çocuğa 16 yaşındaki gencin kullanacağı çalışma masası alması da başka bir örnek. Rin'in ise bu masayı çabucak benimsemesi ve uygun zamanı bulunca kendine ruj almaya çalışması da başka örnekler. Kısacası ne Daikichi doğru babalık yapmakta ne de Rin yaşına uygun yaşamakta.

    Yüreğimi ısıtıyor bu seri. Her saniyesinden bir gülümseme çıkarabilmek mümkün. Daikichi'nin Rin'in saçına yaptığı berbat kuyruklarda ve hatta Rin'in bu berbat saçı sevmesinde mutluluğu bulmak çok kolay.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi