• Usagi Drop - 2



    Rin ve Daikichi arasında geçen çok şirin, sevimli, bizlerin de kolaylıkla bağ kurabileceği
    dakikalar özenle kurgulanmış. Henüz iki bölüm izletmiş olmasına rağmen her iki başrolün de bana sempatik gelen bir sürü yanları ortaya çıktı bile.

    İlk bölümdeki cenaze evinden doğan karamsar hava bu hafta tamamen dağılıveriyor. Rin ile Daikichi'nin sürekli atışmaları oldukça komik. Özellikle Rin sinirlendiğinde inanılmaz tatlı bir hal alıveriyor. Rin kendinden daha emin. Anaokulunda etek giyilmediğinin ya da her gün Daikichi'yi zorla uyandırması gerektiğinin farkında. Rin'in asıl emin olamadığı "başkaları". 6 yaşında olmasına rağmen yemek yapmayı da kitap okumayı da biliyor. Bazı konularda yaşıtlarının çok ilerisinde... tabii ED sonrası harika komik sahneden anlayacağımız üzere fiziksel konularda aynı şeyi söylemek mümkün değil.

    Daikichi ise anladığımız kadarıyla daha önceden kusursuz bir iş çıkardığı kariyerini ve Rin'i aynı anda idare etmek zorunda. Daha sabah kalkacak enerjiyi kendinde bulamayan bu adamı da suçlamamak lazım çünkü kendine bile güç bela yetiyorken bir de 6 yaşında bir çocuğu yanına aldı. Rin'e abilik/babalık yapma konusunda kararlı ama yetenekli değil. Olsun, zamanla yeteneğini geliştirecektir. Sigarayı azaltmaya başlaması da hiç yoktan iyi bir adımdır.

    Rin ile Daikichi arasındaki ilişki kesinlikle izlemeye değer. İlk bölümdeki depresif havadan sonra böylesine sıcacık bir bölüm, azıcık karakter gelişimi, birazcık da hafif komedi gerçekten beni çok neşelendirdi. Öyle görünüyor ki hiç sıkılmadan izlenecek yeni bir dramaya kavuştum.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi