• Sket Dance 8-13



    Komik olayım derken göz çıkartan, kaş yapayım derken sıkıcı olan bir seri Sket Dance. Evet, bu tanı kadar saçma bölümlerinin tek özellikleri sahip oldukları yalnızca 1 tane iyi espri. Her bölümde sadece 1 tane yaratıcı sayılabilecek, özgün olmayı deneyen espri yapıp geri kalanında deyim yerindeyse yatıyorlar.

    Son yazının ardından 6 bölüm daha geçmiş ama dolu dolu yazmamı gerektirecek hiçbir şey olmamış. Başka yapımların parodisini yapmak da bir mizah çeşididir elbette ama o animeleri izlememiş insanları da güldürebilmektedir asıl marifet. Kaldı ki gönderme yaptıkları zaten birkaç tane anime oldu, onların da tamamını izlemiştim ama yine de gülmedim. Aralarından sadece Kimi Ni Todoke taşlamasını beğendim. Geri kalanlar gerçekten çok sönüktü.


    Bu kadar eleştiriye rağmen seriye hakkını teslim etmem gereken bir konu var. Neredeyse her bölümde kendi senaryolarıyla dalga geçiyor olmaları beni eğlendiren tek özelliği Sket Dance'ın. Gerçi onda bile durumu o kadar belli ediyorlar ki bu öz eleştiri üzerinden mizaha alışık olanları şaşırtmalarına imkan yok. Misal son bölümde durum 2-1 iken oynanan oyundan sonra Roman lakaplı kızın dediği "zaten kaybetmem lazımdı" geyiğini başından beri biliyorduk. Bence orada kazansaydı ve sonunda "kaybedeceğimi sanmıştınız, değil mi?" diye sorsa gerçekten komik olabilirdi. Tek özgünleşmeye çalıştığı alanda bile esprileri tahmin edilebilir bir hal aldığına göre bu seriyi ancak bitince yazmak en akıllıcası... hatta tamamen bırakmak bile cazip geliyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi