• Hanasaku Iroha - 18



    Yuina ve Enishi gibi benim hiç ilgimi çekmeyen karakterlerin çifter bölüm kaptıkları haftalardan sonra nihayet Nakochi sahne alıyor. Şimdiye kadar kafamızda çizdiği imajı hiç bozmayan, aksine genişleten ve detaylandıran bir performans gösteren Nakochi, kardeşine anlattığı masalı kendi hayatına uygulamaya çalışıyor.

    Denize ve yüzmeye ne kadar tutkuyla bağlı olduğunu ilk bölümlerden beri bildiğimiz Nakochi'nin özellikle ev halinin anlatıldığı sahneler benim çok hoşuma gitti. Öğretmen olan anne ve babası kendi öğrencileri üzerine hummalı bir tartışmaya girişmişken Nakochi sırtındaki küçük kardeşinin ve ayağının dibindeki baş belalarının :) şımarıklıklarıyla uğraşmaya çalışıyor. Seriyi sevme nedenlerimden biri de bu aile profilinde gizli. Evinden dışarı adım attığında titrek bir kediye dönüşen Nakochi kapıdan girdiği andaysa anne babasına fırça kayan, kardeşlerinin bakımlarını üstlenen bir kaplana dönüşüyor. Tabii ki yapımcılar bunu bir kez daha sıcacık bir metaforla anlatmayı tercih ediyorlar: Toprağa basmaktan korktuğu ve özgürce yüzemeyeceğini düşündüğü için prensi bile kurtarmayan deniz kızıyla.

    Bölümün geri kalanı Nakochi'nin değişme çabalarıyla geçerken uzun süredir eksikliğini hissettiğim komediyi ön plana çıkarıyor. Maaşların ödenmesi sonucu Ohana'nın sefaleti, kızların alışverişe gitmeleri sonucu yine Ohana'nın sefaleti, Nakochi'nin "lafı hiç dolandırmıyorsun" dedikten sonra ardı ardına çam devirmesi sonucu Ohana'nın bitmez tükenmez sefaleti ve sokakta yol kesen delikanlılar yüzünden şimdiye kadar "Prenses" olarak tanıdığımız Yuina'nın sefaleti. Bunlar da yetmezmiş gibi Nakochi'nin banyoda yaşadığı ve harika canlandırılmış hayal ile Ren Usta'nın kahkahalara boğan imajı bir kez daha çok neşeli bir Hanasaku Iroha bölümü vadediyor. Nakochi'nin en sonda gelen o yusyuvarlak sırıtışı ise pastanın üstüne çileği yerleştiriyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi