• Gosick - 3



    The Hares Make a Promise Under the Morning Sun

    Vay vay vay...

    Gemi hikayesinde sona geldiğimiz bu bölüm aslında ilk üç bölümün kendi içlerinde bağlantılı olduklarını gösteriyor. Hem geçen bölümde beni meraklara gark eden gemideki gizem aydınlanıyor, hem de olayların başlangıcı yepyeni bir fikirle ilişkilendiriliyor. Her hafta üstüne koyarak ilerleyen serinin inceden fanatiği olmak üzereyim. İyi bir polisiye yazmak hep çok zordur ama herhangi bir polisiyede bile izleyicinin tahmin edemeyeceği noktalara parmak basmak şart koşulur. Gosick herhangi bir polisiye olmaktan biraz uzaklaştı, iyi bir polisiye olmak içinse henüz alınacak çok yolu var ama yine de şu üç hafta bize gösterdi ki işin gizem tarafında emin adımlarla yoluna devam ediyor.

    Geçen haftaki bölüm sonunda katili bulduğumu söylemiştim ve Victorique'in detaylıca açıkladığı üzere haklı da çıktım ama katilin motivasyonunu Dünya Savaşı'na bağladıklarında ancak yazının başındaki tepkiyi verebildim. İlk bölümün de gemi hikayesinin bir parçası olduğuna bu bölümde ayabilmem bence serinin bir başarısıdır. Belki diyaloglarda bir yerde kaçırmış olabilirim ama iyi ki de kaçırmışım. İlk bölümde öldürülen falcı meğersem av köpeklerinin arasına saldığı tavşanlardan geleceği tahmin edebiliyormuş ve aynı taktiği gemiye salınan çocuklarla Dünya Savaşı'na uygulamış. Bağlantı kolpa gibi görünse de benim hoşuma gitti.

    Öte yandan Victorique'in geçmişini öğrenebilmek de çok iyi geldi. Kızın çözdüğü davaların kaymağını götüren, saç stilisti... pardon, dedektif Grevil de Blois aslında Victorique'in üvey abisiymiş. Dük De Blois'nın metreslerinden birinin kızı olan Victorique bu skandal ortaya çıkmasın diye tecrit altında büyütülmüş. Senaryoyu ufak ufak dallandırmaları bir kenara dursun en çok da bölüm sonunda Victorique'in Kujo'ya "hadi, git bana gizemli bir olay bul" demesi hoşuma gitti. Demek ki her bölümde esrarengiz bir olayı aydınlatmaya çalışacağız. Bu arada serinin ucundan gotik metal andıran ED'sini de çok sevdim. İnsan sevince taraf olması kaçınılmaz sanırım.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi