• Genius Party - Limit Cycle



    Hideki Futamura'nın yönettiği Limit Cycle 19 dakikalık bir film ama algılama süresi 45 dakika kadar sürüyor. Tek bir adamın monoloğu halinde ilerleyen filmde konuşma asla ama asla bitmiyor. Bana göre projenin en iyi görselliğine sahip bu film, daha önce Animatrix, Perfect Blue, Vampire Hunter D gibi projelerde çalışmış Hideki'nin manifestosu niteliğinde. "Deterministik kaos" teorisini ön plana çıkartan, yaşam, ölüm, inanç, Tanrı gibi kavramlara eğilen filmin içeriği bir hayli dolu ama bunu yansıtması o kadar da başarılı olmuyor.


    Filmde gerçekten siber-punk çizimler çok önemli bir rol oynuyor ama altyazıyı okumaya çalışırken bu görselin çoğunu kaçırıyorsunuz. Milyon tane metinden yola çıkarak hazırlanmış monologlarda ara ara tekrara gitmek kaçırdığınız yerlerin altını doldurmaya yetse tüm konuyu tamamen idrak edebilmeniz için yeterli değil. Benim gözüm ister istemez görsele kaydığında adamın ne dediğini hiç okumaya çalışmadım. Filmin ilk saniyesinden son anına kadar devam eden monolog insanı bir noktadan sonra mutlaka bunaltıyor. Seslendirmenin hep aynı tempoda sürmesi de bu bunalmaya zemin oluşturuyor.


    Bilemiyorum, belki yönetim kariyeri olan birinin elinden çıksa çok daha vurucu olabilecek bu film yine de Hideki gibi bir aceminin projeye katkısı ve tamamıyla ona ait. Dolayısıyla hayıflanmanın bir alemi yok, oturup izlemek ve sıkılmamaya çalışmak yeterli olacaktır. Süper ötesi bir görselliğin yanlış seslendirme performansıyla etkisi epey azalıyor lakin yönetmenin çok üstün yeteneklerini ve potansiyelini görmek ümit vadediyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi