• Genius Party Beyond - Wanwa the Doggy



    Oohira Shin'ya'nın 13 dakikalık Wanwa the Doggy'si tek kelimeyle alışılmadık. Bu tanımı açmak gerekirse animasyonun çizim tarzına en başta dikkat çekmek gerek. Pastel boyalarla rengarenk bir defter üzerine resim yapmaya benzeyen animasyon işin içine giren milyonlarca detayla birlikte hem karmaşıklaşıyor hem de değerleniyor. Yönetmenin çok az sahne dışında üslubunu değiştirdiği animasyonda bir çocuğun hayal gücünde keşfe çıkıyoruz.


    Az sonra doğuracak annesinin yatağında türlü şebeklikler yapan oğlan aniden Alice'in düşüşüne çok benzer şekilde kendini tuhaf bir dünyada buluyor. Bu dünyada devasa üç tekerlekli bisikletler, canavarlar, kelebekler, yapbozdan oluşma Mona Lisa'lar, gökten düşen legolar ve daha sayısız obje bulunuyor. Çocuğun belleğine şimdiye kadar yerleşmiş bu objeler hayal gücünde farklı anlamlara bürünüp ona çok değişik bir macera yaşatıyorlar. Doğum öncesi annenin sarıldığı oyuncak köpekse çocuğun dünyasında kurtarılması gereken bir ihtiyaç halini alıyor.


    Bir çocuğun hayal gücünden annesinin doğum yapışını resmeden yönetmenin en başta tarzı filmin en büyük kozu. Sondaki kurtuluş sahnelerindeki milyar parçaçıkla yapılan çizimlerse onun yeteneğinin bir kanıtı. Film olarak belki de proje içindeki en sağlam yapımlardan biri değil ama o kadar özgün ve uçarı ki insan sevmeden edemiyor. En nihayetinde Genius Party farklı yeteneklerin bir araya geldiği muhteşem bir gökkuşağı gibi, benzer renkleri bulmaya çalışmak abes kaçar.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi