• King of Thorn



    Medusa ismindeki ölümcül bir virüs dünyayı esir almıştır. Koruma amaçlı kapsüller geliştirdiğini iddia eden bir şirket 160 kişiyi muhafaza edebilecek bir tesis geliştirmiştir. Piyango sayesinde seçilen bu şanslı kişilerin bedenleri soğutularak uykuya dalmaları sağlanacaktır. Onlar uykudayken geliştirilmesi ümit edilen teknikler sayesinde virüsten kurtulunacak ve temiz bir dünya bu 160 kişinin uyanışıyla şekillenecektir. Kapsüllerin açılmasıyla birlikte tesisin hiç de bekledikleri gibi bir halde olmadığını gören "talihliler" aynı "Uyuyan Güzel" hikayesindeki gibi karşılarında her tarafı dikenlerle kaplı bir dünya bulurlar. Her tarafı tuhaf ve vahşi yaratıklar kaplamıştır. Ne kadar süre uyuduklarını bilmeden canlarını kurtarmaya çalışan grup çok kısa süre içinde 7 kişi kalır. Başlarına ne geldiğini ve nasıl kurtulacaklarını bulmak için amansız bir koşuşturma başlar.


    Gereksiz bir seçimle bazen CGI kullanılmış karakterler ve hep CGI ile çizilmiş yaratıklar haricinde animasyon gerçekten doyurucu. Üzerinde uzunca çalışıldığı belli oluyor. Özellikle kapsül odasından ilk çıkış ve finaldeki şato çizimleri beni mest etti. Aksiyonun bol olduğu bir süreçte ağıt benzeri müziği de yerinde kullanmaları filmin büyük bir avantajı olmuş. Velhasıl senaryoda yönetmen resmen eline yüzüne bulaştırmış. Bir tarafta Inception misali bir hikaye var, öte yanda bilim-kurgu türünün farklı bir örneği, beri yandaysa modern terör anlatımı göze çarpıyor. Bunların hepsini 110 dakikada aynı potada eritmek zor gibi gözükse de yetkin bir yönetimle ortaya dişe dokunur bir iş çıkabilirmiş. Maalesef olmamış.


    Filmin özellikle derdini tam olarak anlatmaya başladığı Alice - Marco karşılaşmasında kayış birden kopuyor ve tarzancayı andıran bir açıklamalar silsilesiyle karşılaşıyoruz. Rüyalar, dilekler, mucizeler gibi maneviyat unsurları filmin temel konusunu oluştururken bunları destekleyen bilim kurgu öğeleri o kadar ön plana çıkıyor ki odağımızı yitiriyoruz. Açıkçası ben kardeşlerin buluşmasından itibaren filmin ne dediğini hiç anlamadım. İşin daha da kötüsü anlamaya mecalim ve ilgim kalmamıştı. Herhalde mangayı okumak lazım ama hiç içimden gelmiyor.

    Oysa yönetmenin marifetini konuşturduğu bir kurgudan bahsetmek de mümkün. Kardeşlerin yaralarını aynı sahnelerin değişik açılarıyla anlatıp bizi sürekli gizemde tutmayı başaran yönetmen aynı özeni genel hikayesinin anlatımına yediremiyor. Olayların gerçekliği seyircilerin yorumuna bırakılmış bir hal alıyor ve bu da benim heyecanımı kökten kaçırıyor. Yanlış anlaşılmasın, bu çıkarım faslını Satoshi Kon filmlerindeki gibi bir muğlaklıkla benzeştirmiyorum. "Herkesin izlediği kendine" türünden bir yaklaşım değil King of Thorn'daki, daha ziyade "Kendi kendine" bir yaklaşım.


    Filmin gerçekten güzel bir konusu ama berbat bir yönetmeni var. Katayama Kazuyoshi çok parçalı bir senaryoyu alıp resmen keyfine göre biçmiş. Filmin izlenmesinde hiçbir sıkıntı yok, 110 dakikalık süresine rağmen çok rahat ve keyifle izleniyor ama özellikle son 20 dakikada yönetmenin eli ayağı boşalıyor ve bu kadar güzel malzemeden tam bir çorba çıkarıyor. Özellikle Kasumi'nin "Uyuyan Güzel" sunağına geldiği sahnelerle başlayan bir başıboşluk durumu filmin finaline hakim durumda. Birkaç türün harmanlandığı animeleri görmeye itirazım yok lakin böyle kötü anlatımlarla ciddi uyuşmazlık yaşıyorum. Aksiyon sahneleri için izlemeye değer bir film olan King of Thorn beklentilerimin ve hikayenin yansıttığı potansiyelin çok altında kalan bir proje ne yazık ki.


    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi