• Shinrei Tantei Yakumo - 2 - 3



    The Curse of the White Fox

    Valla genel olarak beklemediğim kadar bayık bir bölümdü. Yalnız bu seriden beklentilerimi de görme fırsatına eriştim. Gerçekten de en kötü bölümü bu ve bunun gibiler olacaksa ben bu seriyi her hafta takip ederim. Aslında kötü demeye dilim varmıyor çünkü seri hiçbir ilerleme kaydetmediyse karakter gelişimini yapmaya uğraştı. Yakumo'nun aile erkanının çocuğa etkisini ve tek bölümlük rol sahibi amcanın uğraşlarıyla Haruka'nın zihinsel değişikliğini pekala yansıttılar. Bunların dışında fazla etliye sütlüye dokunmadan ilerleyen (ya da sabit duran) bir bölümdü.


    The Darkness of the Tunnel

    Bu bölüm de yine fazla alengire girişmedi sayılır. Yalnız her bölümde kıytırıktan da olsa bir vukuat yaşansa da Yakumo'nun karakteri sağlam bir şekil almaya başlıyor. Önce ailesini ve nereden geldiğini kısmen gördük, şimdiyse çocuğun iç seslerinin tezahürlerine şahitlik ediyoruz. Dolayısıyla çok fazla aksiyona girilmeyen veya benim ısrarla beklediğim dedektiflik hamlelerine başvurulmadan bölümler ilerlese de gelecek için umutlu konuşabiliyorum.

    Serinin kötü adam ve kadını çok yakında Yakumo'nun başına bela olmaya başlayacaklar. Serinin ilk çeyreğini bitirdiğimizde depresif bir ruh haline sahip asi bir kahramanımız ve onun dibinden ayrılmak istemeyen ama çok da ezikleşmeyen bir kızımız var. Kazutoshi Gotou gibi gerçek bir emekçi dedektifimiz ve bölümlük rol çalan karakterlerimiz de ikramiye şimdilik. Bölümleri böyle çifterli yazmak bende yeni bir huy olmaya başlıyor ama başka türlü de ne zaman ne de enerji bulabileceğimi sanmıyorum. Tek paragraflık yazılardansa sanırım böyle "iki bölüm bir arada"lar daha iyi...

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi