• Rainbow - 15



    Annoyance

    Mangası 2003 yılında başladığı için Prison Break'in bu seriden etkilendiğini düşünüyorum. Elbette ki PB işin firar kısmına odaklanan, ince planlar ve stratejilerin dizisiydi. Rainbow'da böyle bir durum mevcut değil lakin konu bir şekilde dönüp dolaşıp yine hapishanelere getiriliyor. Tam her şey yoluna girdiği dediğimiz bir zamanda, Ishihara ve Sasaki'den kurtulup derin bir nefes aldığımız esnada bir sebepten yine bir karakterimiz hapsi boyluyor.

    Bölümün ilk yarısında yaşanan Mario ile Setsuko'nun naif flörtleri bana serinin iyice pembe diziye döneceğini düşündürttü. İkinci yarıdaysa her şey tersine döndü. Setsuko'nun görücü usulü evleneceği haberini alan Mario üstüne bir de barda çıkan tatsızlığa şahit olunca köprüleri yaktı. Serinin öyle ya da böyle karakterlerimizi beladan kurtarmayacağı belli oldu. Mario'nun bir sarhoşu hastanelik etmesi, akabinde de polis tarafından tutuklanması ve ıslahevinden firar ettiğinin ortaya çıkmasından sonra artık bu çocuk için iyice karanlık günler ufukta göründü. Takımın geri kalanıysa bu kez duruşma yapılmadan onu kurtarmanın yollarını aramaya başladı.

    Mario'nun bu vukuatında aslında gözden bilerek kaçırılan minicik bir detay saklı: Kavgayı ilk başlatan sarhoş müşteriydi. Mario adamın kendisine vurmasını sağladığı için bara gelen polislere bunu söylese belki darp suçundan yırtabilirdi. Tabii artık çok geç. Bir kez karakola götürüldükten sonra sabıkası ortaya çıktı. İşin tuhaf tarafı yine rezil bir adama çattı. Savaşın hâlâ kanayan yaralarını bu gencin sırtına yükleyen savcı yeni bir Ishihara profili çizmeye aday. Kendisini ise FMA'dan bildiğimiz Bradley rolündeki Shibata Hidekatsu seslendiriyor. Mario'nun dövdüğü adamıysa tesadüfe bakın ki yine FMA'daki Kimblee'ye ses veren Yoshino Hiroyuki canlandırıyor. Kötü adamların yaftaları bir türlü silinmiyor anlaşılan.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi