• Kuuchuu Buranko - 5



    That of Father-in-Law

    5. Hasta: Ikeyama Tatsurou (Psikiyatrist)
    Rahatsızlık: Obsesif-Kompulsif bozukluk

    Bu seferki beklenmedik bir sürprizdi. Hep bir önceki bölümde, ertesi haftanın karakterine ufak bir yer verdiklerinden 4. bölümde yeni bir karakter var mı diye epey aranmıştım. Bulamayınca da kendi dikkatsizliğime vermiştim. Meğersem bu bölümün başrolündeki Ikeyama aslında her bölümün başrolündeki Irabu'nun okuldan arkadaşıymış. Bu sayede karakterler arası bağlantılar da devam ettirilmiş oldu.

    3. bölümdeki yazarda olduğu gibi Ikeyama'da da Obsesif-Kompulsif bozukluk bulunmakta. Ancak bu seferki sorunun kaynağı stres değil. Ikeya sürekli bir şeyleri kırıp dökme arzusunu bastırmak, toplum içinde anormal görünecek hareketlerden kaçınmak zorunda kalıyor. Bu baskı dayanılmayacak noktaya geldiğinde de Irabu'nun kapısını çalıyor. Doktorun önerileri her zamanki gibi basit ve gösterişsiz. Zaten şu psikiyatristlerin bir tanesi de sorulara soruyla cevap vermese, "çözümü sen bulacaksın" demese dişimi kırarım. Yine de Irabu bu kez çözüm sürecine bilfiil katılımda bulunduğu için işler çok daha eğlenceli bir hal alıyor.

    Bu bölümde epey güldüğüm yer oldu. Kel kafa, "Bandoooo!" sahnesi bir kenara ama benim en sevdiğim sahne metrodan çıkan 2 boyutlu karakterlerdi. Bir de anfideki öğrencilerin takke düştüğü sırada 3 boyutlu hale gelmeleri nefis bir detaydı. Irabu'nun muayenehanesine gelen hastaların rengarenk hayvanlara dönüşmeleri, önemsiz figüranların hayat buldukları anda 3 "boyutlanmaları" bu serinin verdiği mesajın yan etkileri olsa gerek. Henüz o mesaja ulaştım diyemem ama artık bir fikrim oluşmaya başladı.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi