• Sarai-ya Goyou - 3





    Gradually Drag Him In


    Geçtiğimiz hafta Japonya'nın Golden Week'iydi. Epey bir dizinin fansubları ya geç geldi ya da çıkmadı. Senkou No Night Raid'in altyazısı hiç çıkmazken, Rainbow'un RAW'ı daha yeni nete düştü. Arakawa'nınsa Formula grubunca yapılan çevirisi henüz tamamlanamadı. Hal böyle olunca beni de bir miskinlik aldı ve 3 günü boş geçirdim. Tabii bu anlattıklarım geçen hafta başında yayınlanan 3. bölümle ilgili değil ama sanırım bahane arayışıma bir kulp takmayı başardığım için kendimle övünebilirim... ehem...

    Masa'nın usul usul çeteye katılma süreci bu kez bilfiil rol üstlendiği bir görevle devam etti. Yaichi'nin çocukluğuna inerek onu bir nebze de olsa tanıma fırsatına eriştik. Aslında anlatımı yakalamakta zorlandığım bölümü ancak orijinal dilde izlemiş bloggerların yorumlarından anlayabildim. Bölümde iki ayrı hikaye anlatılıyor ve aralarındaki benzerliklere dem vurularak Yaichi'nin karakteri şekillendiriliyordu. Annesinin isteği üzerine öldürülmek üzere kaçırılan Seinoshin isimli çocuk kesin emin olamamakla birlikte büyük bir ihtimalle Yaichi'nin küçüklüğü. Seinoshin'in en güvendiği hizmetkarlardan Yaichi'nin de bu işin içinde bir parmağı var ve şimdiki Yaichi herhalde bu nedenle bu ismi kendine uygun görüyor.

    Masa'yı tamamen saftirik bir karakter olarak çizen seri Yaichi'yi ise tamamen siyah olmasa da karartarak anlatmayı tercih ediyor. Bu iki karakterin tamamen zıt kutuplar olduklarını söylemek zor çünkü belli ki Yaichi'nin içinde hayırseverlik namına epey bir mefhum barınmakta. Bir de aklıma gelmişken bu serinin çizimlerini eleştiren hatırı sayılır bir kitle var. Şu bölüme kadar onlara katılmasam da kadınların çizimlerinde -artık- pek özen gösterilmediğini düşünüyorum. Ben her seferinde birbirine bu kadar çok benzeyen kadınların isimlerini aklımda tutmaktan yoruluyorum yoksa hepsini aynı kadın zannediyorum. Bence karakterler üzerine yoğunlaşmış slice of life bir serinin oyuncularına daha fazla dikkat etmesi gerek.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi