• Kurenai




    Şöyle azıcık ciddi, hayatın içinden, gerçeklik duygusunu hissettiren bir seri ararken karşıma çıktı Kurenai. 12 bölüm olduğundan 3-4 günde de izleyip bitirdim ve beklediğimi aldım. Tamamen aldım diyemem çünkü serinin farkını öne çıkardığı ve hayata dair söylemleriyle duruşunu belli ettiği anlarla aradığım kadar sıkça karşılaşmadım. Yine de bir duruşu ve tavrı olduğunu söyleyebilirim. Kısaca geçersem: Küçük kız ve onu koruma görevindeki ergen gencin hikâyeleri Kurenai. En iddialı olduğu alan da ne aksiyon, ne macera, ne drama. Karakter gelişimi en başarılı olduğu alan ve bu konuda gerçekten de iddialı. Anime Reactor 2008 En İyi Karakter Gelişimi ödülünü de layıkıyla hak ediyor bu yüzden.



    Shinkurou Kurenai henüz lise çağlarında tek başına yaşayan bir genç. İşvereni Benika'nın ilk bölümde ona verdiği görevi serinin son saniyesine dek sürdürecek kadar da sorumluluklarına sadık bir delikanlı. Seri ilerledikçe Shinkurou'nun ailesini nasıl kaybettiğinden tutun kolundaki implant bıçağa kadar geçmişine dair detayları bir bir ve hiç aceleye getirilmeden öğreniyoruz. Öte yandan Murasaki Kuhouin ise soyadını seri içinde çokça duyacağımız şekilde bir Kuhouin kadını... henüz 7 yaşında gerçi ama olsun. Nasıl bir tarikat olduklarını pek çok bölümde işittiğimiz, finalde ise alenen gördüğümüz Kuhouin ailesi serinin kötü adamları. Tasarıda her karaktere bir rol biçilmiş ve bu roller çok sağlam kurgulanmış. Yani şu seride 1 tek tane gereksiz, ne işe yaradığı anlaşılmayacak karakter bulunmuyor. Bu açıdan Kurenai, oyuncu kadrosuyla benzerlerinden bir adım öne çıkıyor.



    Bu kadar karakter tabanlı bir yapının elbetteki biri kadın, diğeri erkek olmak üzere iki başrol oyuncusu var fakat ben Shinkurou'nun gelişiminden bahsetmek yerine, serinin yaptığı gibi küçük kızımız Murasaki'yi anlatmak istiyorum. Kaçırıldığı güne kadar dışarıya tamamen kapalı bir ailede büyümüş Murasaki refah ve bolluk içindeki yaşamıyla epey şımartılmış. Önüne gelen herkesi hizmetkârı zanneden bu kız Shinkurou'nun evinde kaldığı süre içerisinde hayatla tanışıyor. Hayatın tokadını yiyor diyemem çünkü seri bu adaptasyon sürecini olabildiği kadar naifleştirerek yumuşatıyor. Bu süreçte Murasaki'ye yardımları dokunan iki harika yan karakter devreye giriyor. Shinkurou'nun komşuları Tamaki ve Yamie. İkisi de birbirinden epey farklı bu kadınlar Murasaki'ye hem kadınlığı hem de erkekleri öğretiyor. Hepsinden önemlisi de o dandik apartmanda bu yaşamı Murasaki'ye sevdirmeyi başarıyorlar. Harcadığı tek eforu hizmetçilerine bağırmak olan bu küçük kız seri sonunda parazitli bir televizyonun başından kalkmayan, kıytırık bir elektrikli sobaya şömineymiş gibi davranan, sıradan bir yer yatağına 5 yıldızlı otel konforu gibi sevinen bir kıza dönüşüyor. Murasaki bu serinin başında yaşadığı araziden çıkıp o apartmana geldiğinde hissetmeye başlıyor. Hayatı ve duyguları deneyimliyor.



    2010 Temmuz ayında bir de OVA'sı çıkacak olan seri belli bir türe hitap etmiyor ama içine her türden bir tutam katmayı da ihmal etmiyor. Final bölümünde Kuhouin ailesinin sırrı ortaya çıktığında Murasaki verdiği sürpriz kararla yetişkinliğe adım atıyor ve 7 yaşında gencecik bir kadına dönüşüyor. Bütün bir gelişim sürdürmesine rağmen serinin ortasına gelen 6. ve 7. bölümler benim en beğendiklerim oldu. Hele 7. bölümde Tamie'nin kadınlar ne der-erkekler ne ister türevinden Murasaki'ye yaptığı konuşma gerçekten etkileyiciydi. Animelerde duymaya hiç alışık olmadığımız kadar hayatın içindendiler. Böyle diyalogların azlığına rağmen serinin türü namına "Slice of Life" çok yakın dursa da herhangi bir kategoriye sokmaya çalışmadan seyretmek en güzeli olacaktır. İzlenmezse bir şey kaybettirmeyen, izlendiğindeyse ufak temaslarda bulunabilecek kadar doğal bir seri Kurenai.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi