• Fullmetal Alchemist: Brotherhood - Tales of the Master





    İlk 2 OVA'ya nazaran çok daha ince işçilik gösterildiği her halinden belli olan 3. OVA'mız, Tales of the Master / Master's First Love Story adından da anlaşılacağı üzere Ed-Al ikilisinin hocası olan Izumi'nin simyayla ilk buluşmasını, daha doğrusu buluşmaya çalışmasını anlatıyor. Izumi bu OVA'da henüz 18 yaşındaki gencecik bir kızken kendi zamanının simya üstadı olarak bilinen Silver Steiner'ı bulmaya gidiyor. Karşısındaki adam da ona bir bıçak verip 1 ay boyunca dağda hayatta kalmasını istiyor. Bunun simyayla ilgisini çözemeyen Izumi ilk başlarda epey zorlansa da eğitimin sonlarına doğru "All is one, one is all" felsefesine eriyor ve Steiner'in yanına dönüyor, omzuna attığı bir boz ayısıyla.

    Sonradan ortaya çıkıyor ki konuştuğu adam aslında Silver Steiner değil, onun avcı kardeşi Gold Steiner imiş. Izumi'de kontak atmadan önce Gold Steiner'in sapıtma sahneleri epey komik. Oradan çıkışta bir adama çarpıyor ve omzundaki ayıyı düşürüyor. Çarptığı adama tam sövecekken bir anda çarpılıyor ve bizim ezelden beri kocası olarak bildiğimiz Sig ile tanışıklıkları böylece gerçeklemiş oluyor. Yüzü allaşan Izumi'ye arkadan Sig'in şöyle bağırmasıysa epey komik bir söz olarak yerini alıyor: "Ayınızı unuttunuz." Diğer iki OVA'ya göre çok daha eğlenceli ve Izumi gibi yan-baş rol arası bir karakterin mazisini anlatmada çok etkili bu OVA henüz yazmadığım ama dün izlediğim 55. bölümdeki Izumi'nin Sloth'a yaptıklarını da çok rahat anlamamıza yetiyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi