• Angel Beats - 8





    Dancer in the Dark


    "Savaşacak kimse kalmadı, yeni düşmanlar yaratacaklar" demiştim. Tanınmadık yeniler yaratmak yerine bilindik bir düşmanın "yenilerini" yaratmayı tercih ediyor Angel Beats. Geçen bölümde o devasa balıkla kapışırlarken Angel çabucak bir hamleyle teleport yapmıştı. En azından bana teleportmuş gibi görünse de aslında yaptığı kendini klonlamakmış. Kahramanlarımız bu bölümde klonların saldırısına uğruyor ve hepsini birden yok etmenin tek yolunun tanıdıkları Kanade'yi kurtarmaktan geçtiğini anlıyorlar.

    Bir süreliğine normal öğrenci rolüne bürünen SSS üyeleri en sonunda Guild'e gidiyor ve Angel için kıyasıya bir mücadeleye giriyorlar. 2. bölümde Guild'e giderken sinek gibi avlanan bu çocuklar bu sefer kendilerini feda ederek kaynağa ulaşmak zorunda kalıyorlar. Kendini tekrar eden esprilerini abartı seviyede döngüye sokan seri bu kez espriyle yetinmiyor ve eski bir bölümünü tekrarlıyor. Fazlası da beklenemezdi zaten!

    Lakin öyle bir hal aldı ki artık yaptığı espriler komik dahi olsa güldürmüyor. "Bitse de gitsek" zorakiliğinde maalesef yazıları da geciktiriyorum. Bu bölümden aklımda kalan tek şey Guild'e giden koridorlarda çocukların öldüğü sahnelerdeki tekrardı. Serinin tek bir mizah anlayışı var: Bir sahneyi, komik olsun veya olmasın tekrar tekrar oynatarak komikleştirmeye çalışmak. Bu taktik kâh tutuyor kâh tutmuyor ama istisnasız her bölümde kullanılıyor. Beni baydığı gibi bölüm yorumlarını da tekrar etmemi sağlıyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi