• Senkou no Night Raid - 1





    Rescue


    Geçtiğimiz sezon takip ettiğim Sora No Oto'nun yapım stüdyosu A1-Pictures'ın son projesi Senkou no Night Raid de bu sezon başlayan diğer yapımlardan biri. Bu seriyi çok önceden gözüme kestirdiğim için bu sefer izlenim başlığında yazmaya gerek görmüyorum. Daha ilk bölümünden hakkında okuduklarımı doğrulayan seri 1930'ların Şangay'ında ve daha da önemlisi cephe muharebelerinin yaşandığı savaş döneminde geçiyor.

    Yönetmen Matsumoto Jun'un ikinci yönetmenlik deneyimi olacak seri (ilki Persona: Trinity Soul) ilk bölüm itibarıyla Görevimiz Tehlike dizisini andırıyor. 4 karakterin emir aldıkları yaşlı bir amca bulunuyor ve onun verdiği direktifler doğrultusunda çok tehlikeli görevlere atılıyorlar. Karakterlerin her birinin özel yetenekleri bulunuyor. Biri kurşunlardan kaçıp düşmanlarını telekineziyle havaya kaldırabilirken, diğeri teleport yapabiliyor, ötekisiyse telepatiyle iletişim kurabiliyor. 4. karakterin yeteneğini ilk bölümde anlayamadım, belki çok keskin nişancı olabilir ya da kızın telepati kurarken kullandığı üzere bir "göz" vazifesi görüyordur. İlk bölümde karakter gelişimine dair tek bir sahne bulunmuyor.

    Serinin resmi sitesindeki konu ilk bölümü anlattığından senaryo daha da genişleyecek ve çok daha büyük olayların yaşanmasına ön ayak olacaktır. Espiyonaj, ajan, macera, doğaüstü güçler gibi motifleri birleştiren seri ilk bölümden hareketli temposunu koruyabilirse bize çok sağlam bir aksiyon sunacakmış gibi görünüyor. Şimdilik tek dileğim Sora No Oto'da olduğu gibi basit bir final yapılmaması.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi