• Rainbow - 2





    Fugitive


    2. bölümden sonra hep birlikte bir adım geri atıp sezonun ve muhtemelen senenin en iyi serisini selamlayalım!

    Rainbow bizi ilk saniyesinden itibaren dolduruşa getiriyor. Coldrain grubunun gaz ötesi We're Not Alone'unu OP seçmesiyle bu dolduruş başlıyor ve bölümlerinin son saniyesine kadar dinmiyor. Hikayeyi örme etabına şahit edildiğimiz bu bölümlerde sürekli işleniyor ve -benzetmemi mazur görün- odun bir izleyiciden oyulmuş keskin bir mızrağa dönüştürülüyoruz. Ben mesela daha 2 bölüm izlemiş olmama rağmen o gardiyanın felaket acılar çekerek gebertilmesini diliyorum. Kimsesiz çocuklar yurdunun müdiresinin çürüyerek sürünmesini istiyorum. Islahevi doktorunun çuvaldızla hadım edilmesini falan temenni ediyorum. Böylesi vahşi duyguları bende uyandırdığı için Rainbow'u çok etkili bir seri olarak görüyor ve sezonun en iyisi olarak ilan etmekte de bir sakınca görmüyorum çünkü görsel bir yapım ne zamanki seyircisini de kadronun bir karakteri olarak bütünleştirse, yani etkileştirse o yapım benim için başarı çıtasını aşmış demektir.

    Hücredeki 7 çocuğun birbirleriyle iyice kaynaşmaları, lakaplar takmaları, daha güçlü olmak için antrenman yapmalarını göstererek başlayan bölüm Joe'nun yurttaki kardeşi Meg'in bir ailenin yanına verileceğini öğrenmesiyle farklı bir kimlik kazanıyor. Duş sırasında grubun en ufağı Noboru'nun yarattığı bir numarayla fırsatı bulan ve değerlendiren Joe ıslahevinden kaçıyor ve kardeşini bulmak için kimsesizler yurduna geri dönüyor. Yurdun müdiresinin çorba içindeki sinek kadar iğrenç bir karakter olması Joe'nun kaçışındaki en büyük neden. Biz zaten bölümün ilk yarısında kafamızda kurduğumuz teoriler gerçek çıkmasın diye dua ederken Joe'nun flashbackleri onun da ne kadar hastalıklı bir mazi yaşadığını kanıtlıyor. Meg'in yeni "babası" tüm bu bulantıya tuz biber ekerken Noboru'nun kısa tutulmuş geçmişi, atılan atom bombasında ailesini kaybedişi bizi tarumar ediyor. Noboru'nun neden saçkıran geçirdiğini (kafasındakiler yumru da olabilir) de bu sayede öğrenmiş oluyoruz.

    Nomoto Ryuuji (dörtgöz)'nin Joe'ya neden yardım ettiği 6 kişilik hücrede sorgulanırken karakterlerimiz arasındaki bağın ilk adımları da atılmış oluyor. "Dost olduğumuz için" şimdilik yeterli bir sebep, ileride "kardeş olduğumuz için"e de geçilebilir ama hiçbir altyapı oluşturmadan acele etmemekte fayda var. Serideki çocuklar haricinde kalan tüm karakterler ya mankafalar (ilk bölümdeki otobüs yolcuları) ya da tam birer soysuzlar. Bu bağlamda seri sadece yağmur sonrası güneşle ortaya çıkanı değil, zifiri karanlık bir gökyüzünde imdat çığlığı atan bir gökkuşağını anlatıyor. Etrafı balçıkla sıvanmış bir dünyada ışıl ışıl parlayan 7 renkle...

    1 Görüş:

    1. yazını okuyunca çok heyecanlandım gerçekten, hemn seriye başlamalıyım hele hele sleepers aklıma geldikçe daha bi merak içine giriyorum, incelemelerin çok keyifli oluyor pek yorum yapmıyorum ama takipteyim

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi