• Fullmetal Alchemist: Brotherhood - 47





    Messenger of Darkness

    Bana öyle geliyor ki seri kendini soktuğu çukurdan çıkarmak için epey oyalanacak. Geçen haftaki fevkalade yavan bölümden sonra bu haftaki bölümde bir farklılık olsun diye Gluttony-Pride ikilisiyle girişilen dövüş sahneleri konmuş. Yoksa geçen haftaki bölümden çok da değişik bir seyirlikmiş gibi gelmedi. Yine "Promised Day"den 1 gün öncesindeyiz, yine plan program yapılıyor, sabırtaşımız ne zaman çatlayacak diye sınanırken bölüm bitiveriyor. Gelsin artık şu Promised Day!

    Ed hemen bölümün başında babasını görüp yumruğu yapıştırdı. Bazı anlarda diyeceğini flaş patlaması gibi aniden verebilen seri iş asıl konuya gelince resmen "arkası yarın"lara bağlıyor. Yine de karakter gelişimi açısından Ed'in Hohenheim'a annesinin son sözlerini ilettiği sahne gayet iyi kotarılmıştı. Hem Ed nefret ettiği babasından beklemediği bir tepki gördü, hem de hiçbr şeyi umursamazmış gibi görünen Hohenheim aslında bir romantik olduğunu ispat etti. Al'ın içindeki Pride ise mide bulandırıcıydı. Bu zırhın altındaki Pride'ı yenemeyeceklerini düşündüğüm sırada Pride'ın "gölge" marifetini öğrenmiş oldum. İlk seriyi tamamen unutmuşum, bunlar anlatıldıysa bile hiçbirini kesinlikle hatırlamıyorum. Gluttony ile Greed'in kapışmalarına önce Ling'in sonra automailli Lan Fan'ın dahil olmalarıysa ilginç bir seçimdi.

    Genel olarak bölümde bunlar vardı. Şimdi bu bölüme filler demeye içim el vermiyor ama bir yandan da geçen hafta depreştirilmiş heyecanıma ket vurdukları için demek istiyorum. Haftaya acaba macera başlıyor mu onu da bilemiyorum. Vaziyet öyle gösteriyor ki "Promised Day" başlasa bile öyle kurdelalı bir açılışı olmayacak. İki ileri bir geri şeklinde ilerleme gösterilecek sanki.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi