• Aoi Bungaku - 9-10





    Run, Melos!

    "No Longer Human"ın yazarı Osamu Dazai'nin bir başka eseri de Aoi Bungaku içinde kendine yer buluyor. Fakat bu eser bir öncekine nazaran daha aydınlık temaları ya da bir başka deyişle karanlık temaların aydınlık yanlarına odaklanıyor. Bölüm başında anlatıcının da bahsettiği üzere Dazai'nin bu eseri evliliğinden sonrasına denk gelmiş. Yazarın kalemindeki değişiklikte eşinin ve evliliğinin de çok büyük etkisi olduğu belli. "Run, Melos (1940)" arkadaşlık teması üzerinden yalnızlık, ihanet, güven gibi mefhumlara odaklanan bir eser.

    Geçen sezon başlayıp 2. bölümünde sıkıldığım Mouryou no Hako'nun yönetmeni Ryousuke Nakamura yönetmen koltuğunda ve belki de serinin en iyi yönetim performansını sergilemekte (Bana ders olsun). Kalan iki bölümdeki iki farklı hikâyeden neler çıkacağını bilmesem de "Run, Melos" serinin açık ara en sinematografik bölümlerine sahip. Hatta ikinci bölümde bir oyun karakteri olan Melos'un yazarın masasında canlandığı bir ufak sekans var ki gerçekten dillere destan. İlk iki, hadi üçüncüyü de eklersek ilk üç hikâyenin aksine Run, Melos'ta öyle yoğun bir metaforik anlatım bulunmuyor ama diyaloglar, animasyon ve yönetim harikulade seviyelerde geziniyor.

    Hikâyemizin başkahramanı Takada bir oyun yazarı. Kendisinden Eski Yunan'da geçen bir hikâyenin tiyatroya uyarlanması isteniyor. Geçen hikâyeye göre eline düştüğü kralla bir anlaşma yapan Melos kendi yerine arkadaşı Serinentius'u esir bırakır ve üç gün içerisinde dönmezse arkadaşının asılmasını ister. Takada bu hikâyeyi senaryolaştırdığı sırada kendini 15 yıl öncesine dönmüş buluyor ve o zamanlarki tek dostu Joshima'yı anımsıyor. Bu noktadan sonra hatıralar onun yazmasını engelliyor ve yönetmenin akıllıca manevrasıyla biz de sadece 15 sene öncesine odaklanıyoruz. Takada o zamanlar da kendini yalnız hissediyor ve herkesin beğenisini kazanmış, aktör, tek dostu Joshima ile arasındaki ilişkiyi şu muhteşem cümlelerle açıklıyor: "Gezegenlerin, yıldızların ışığına muhtaç olup etraflarında dönmesi gibi. Ben de bir gezegendim."

    Ve bir gün birlikte Tokyo'ya gitme planları yapan iki yakın dost gece tren istasyonunda buluşmak için sözleşiyorlar ama Joshima trene binmiyor. Takada bu hareketi ihanet olarak değerlendiriyor ve 15 sene boyunca her gün arkadaşını suçluyor. Bu ruh hali yazdığı oyuna da sirayet ediyor. Yönetmenin bir başka zekice taktiğiyle biz bütün oyunu yazılırken izleme şansına erişiyor ve hem yazarın hem de Melos karakterinin gelişimine tanık oluyoruz. Takada yazıp yazıp yırttığı sayfalarda Joshima'ya yaptırmak istediklerini arıyor bir anlamda. Onu öldürsün mü yaşatsın mı ikilemlerinde boğuluyor. 15 yıl önce ona sürekli güvenmiş ve hep destek olmuş arkadaşının o trene neden binmediğini senaryonun satırlarında bulmaya çalışıyor.

    Animenin finalinde tam bir duygu patlaması yaşanıyor. Takada gelen bir mektupla Joshima'nın ölmek üzere olduğu haberini alıp son kez görmek için dostuna koşuyor. Yıllar sonra dostunu buluyor ve Joshima'nın o gün trene neden binmediğini öğreniyor. Melos ise kendi yüzünden canını verecek dostunu kurtarmak için takati kalmamış vaziyette geri dönmeye çabalıyor. Takada Joshima'yı, Serinentius ise Melos'u bekliyor. Beklenenlerin tarafıyla da samimiyet kurmaya çalışan "Run, Melos"u yine en güzel, yazar Dazai'nin vakti zamanında kendisini bekleyen arkadaşına söylediği şu sözler açıklıyor: "Bekleyen kişi olmak mı daha zordur yoksa beklenen kişi olmak mı?"

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi