In the Forest, Under Cherries in Full Bloom Chapter 2
Olağanüstü bir uyarlama!
Bir serinin altıncı bölümünü düşünün. Alabildiğine renkli çizimleri, kulağa hoş gelen müzikleri ve aysbergin görünen yüzünde anlattığı "idare eder" de bir konusu olsun. Dağdan şehre gelen Shigemaru'nun 6 ay boyunca hiçbir iş bulamadığından bahsetsin, aşık olduğu kadının gönlü olsun diye şehirde kelle avcılığına çıktığından dem vursun. Bir bölüm düşünün dağlı Shigemaru ayağı takılıp düştüğünde şehirli gençler ona bakıp cep telefonlarıyla fotoğrafını çeksin. Bir bölüm düşünün giyim-kuşam ile belki de on yıllar öncesini anlatsın, arada bir verdiği detaylarla günümüze ışınlansın. Hepsinden daha da önemlisi, bir bölüm düşünün ki finaliyle insanın beynini kaşıklasın, araştırmaya-bilgiye yöneltsin.
"Uyarlama" yapımlarda hep denir ya "kitap bin basar!" diye, hak vermiyor değilim ama Aoi Bungaku'da uyarlanan kitaplar olsa olsa onluk sistemde, hadi bilemediniz yüzlük sistemde basarlar. No Longer Human kendi kasvetinde bizi boğuyor ve metnin gücünü akilane kullanıyordu. Oysaki In the Forest, Under Cherries in Full Bloom metnin ölümcül gücünü dosdoğru suratımıza çarpmak yerine kendi taktikleriyle bizi -en basit tabirle- afallatıyor. Zihin jimnastiği yaptıran kısmı da burada başlıyor çünkü bu hikâyenin finali gerçekten de insanı sorgulamaya sevk ediyor.
İlk bölümde belli bir "kadın" figürümüz vardı. Şimdiye kadar kafasına eseni yapan "dağlı erkeğe" istediğini yaptırabilecek kadar güçlü bir kadındı Akiko. İkinci bölümde yine kadın-erkek üzerinden günümüz toplumuna yaklaşacaklarını düşünürken bu sefer konu çok farklı bir noktaya kaydı ve finaliyle de o noktayı daha bir kalınlaştırdı. Neydi bu nokta? İşte şimdi araştırma yapma zamanı. Okuduğum bir eleştiri yazısı benim de düşüncelerimi etkiledi diyebilirim. Kadın-erkek mukayesesi fikri ilk bölümde Shigemaru'nun altı karısını görünce aslında biraz zayıflamıştı çünkü o kadınların birer hizmetçiden veya köleden farkları yoktu. Akiko ise "şehirliydi". Hikâyemiz bu noktadan başlıyor: Şehirleşme öncesi ve sonrası insan. Eleştiriye göre Akiko insanı, Shigemaru ise hayvanı temsil ediyor. Bir açıdan doğru bir düşünce ki ilk bölümde Shigemaru'nun sadece bacaklarını gördüğümüz sahnede birçoğumuzun içinden toynağa ne kadar da benzedikleri geçmiştir. Shigemaru dağlarda yaşayan bir hayvan, Akiko ise gözü asla doymayan şehirli bir insan. Aslında yeterince şey anlatıyor bu bakış açısı.
Final son derece zorlayıcı ama ben akabinde gelen yazılardaki "yalnızlık" sloganına fena halde takıldım. Akiko hiç var oldu mu? Shigemaru bir hayale mi aşık olmuştu? Shigemaru'nun boğazını sıktığı aslında kendisi mi? Uzar gider bu sorular. En güzel yanı da bu: Herkesin kendi teorisini geliştirebileceği bir hikâye. Yazarın savaş sonrasında yazdığı bu kitap o günkü Japon halkının ahlaki değerlerini yansıtıyor olabilir ama bugünün dünyasını eksiksiz betimlediği insanın içini ürpertiyor ve yazara duyulan saygı bir kat daha artıyor. No Longer Human benim zevklerime daha çok hitap eden bir hikâye olsa da In the Forest, Under Cherries in Full Bloom sağlam metaforlu anlatımıyla tam manasıyla "meraklısına" hitap eden bir hikâye.
bu animeyi gerçekten çok beğeniyorum. dediğin gibi kişiye istediği gibi teori kurma özgürlüğü veriyor.
YanıtlaSilson paragrafın hakkında ben de yorum yapmak istiyorum:
beni en çok etkileyen kısmı şurası olmuştu: shigemaru akiko'ya artık kelle kesmeye devam etmek istemediğini söylediğinde akiko çok gerçekçi bir tokat atıyor yüzümüze.. akiko ona neden diye soruyor ve shigemaru 'çünkü bunun sonu yok' diyor. akiko da bunun üzerine; her akşam yemek yemeğe, her gece uyumaya hiç bir son yok.. neden her gün kelle kesmeye son olması gerekiyor ki? diye cevap veriyor. aslında hayatın bir sonu yok. sürekli devam eden bir döngü sadece.. ve biz bu döngünün bir parçasıyız. yaptığımızın da ne yanlış ne de doğru bir değeri yok. ben böyle anlıyorum.
bir de biraz alakasız da olsa şöyle bir düşüncede geliştirdim: bu aslında no longer human serisiyle de bağıntılı bir düşünce. shigemaru ve akiko aynı kişiler ama simbiotik olarak aynı kişiler; yani bir paranın iki yüzü gibi düşünebiliriz; kadın-erkek=tek. nasıl ki no longer human daki baş karakter toplum denen şeyin onu hiç umursamadığını düşünmüştü ve onun için tek önemli olan şey o kadındı. sonra onu da kaybettiğini anlayınca kendini öldürmek istedi. ve ölünce de tek başına kaldı, sonsuza kadar.. yani aslında bir insanın bu hayatta yaşadığı her şey anlamsız ve boş fakat tek önemli olan şey onun diğer yarısı ve onu ne kadar iyi koruyabildiği..
bir de şehir-dağ farkı arasında da fikrim şöyle; dediğin gibi şehirde yaşamak için gözünün hiç doymaması gerekiyor fakat dağda da yaşam çok monoton, hiç bir değişiklik yok. bu monotonluğa geri dönmek istediklerinde yaşayamıyorlar artık, çünkü bu hayatın işlevine aykırı. hayat sürekli evrimleşen bir olgu, sürekli gelişmesi gerekiyor. eğer sen inadına dağa dönmek istersen yok olursun :(
YanıtlaSilson yazdığım yorum üzerine tekrar yazmak istedim
YanıtlaSil"çünkü bu hayatın işlevine aykırı. hayat sürekli evrimleşen bir olgu, sürekli gelişmesi gerekiyor. eğer sen inadına dağa dönmek istersen yok olursun :("
böyle bir bakış açısı da genişletilebilir ama artık o bakış açısını sevmediğim için başka bir bakış açısı getirmeye karar verdim :D aslında bu bakış açısı günümüzde kendilerien elit diyenlerin bakış açısı. onlar gibi bakmak zorunda değiliz, öyleyse:
çünkü bir kere şehiri ve şehveti tatmış. Şimdi bir daha tok gözlülüğe ve basit şeylerin güzelliğine geri dönemiyor. Şehir onu yok ediyor, artık eskisi gibi de olamıyor.
yine de böyle bitmek zorunda değil. her insan aynı tuzağa düşecek diye bir durum söz konusu olamaz. ayrıca evrimin yönüne de insan değil doğa karar verir. bazen çok basit şeyler bir sonraki nesle aktarılıp, karışık ve gelişmiş olanları doğa isterse yok edebilir. evrimin nasıl gelişeceğini bildiğini söylemek tanrıya üstünlük taslamaktan başka bir şey değildir
Bunun üzerine Su Tong'un pirincini okumalısın :D
YanıtlaSil